Lodos zamanı çok ters olur her şey. Anlamsız ağrı kaplar her tarafını hassasiyeti olanların. Başı fazla gibi gelir. Alnından ensesine kadar uyuşur tüm hatları. Duvardan duvara vurmak ister rahatlamak adına.
Ilık ılık esiyor tepenin yamacına doğru rüzgar. Yamaca çarpıp yukarı yönleniyor, tepedeki altıyüzelli yıllık çınar ağacının gölgesinde bakışan sevgililere hissettiriyor geldiğini, hatırlatıyor aşk zamanını... Bakışlarını serinletiyor, ürpertiyor heyecanlarını. Dili oluyor duygularının..
Ilık esen rüzgardan şimdi eser yok çok kısa zamanda şiddetleniyor. Başlangıçta verdiği serinlik duygusunun yerinde şimdi fırtınaların yarattığı korku var. Başlangıçtaki hoş duyguların yerinde şimdi nefret var sadece...
İlk aşk gibi tıpkı. İlk öpüş yada... Yüreklerdeki heyecanın yüz kızarıklığındaki pembelik gibi.. Sonraları hayatın cilveleri doluyor o pembeliğin uçuşan tozlarına. Karartıveriyor hayalle başlayan heyecanları... Rüzgar oluyor yüreğinde sonra da fırtına...
Fırtına diniyor.. Üste kalmamış hiç bir şey. Ne varsa gözünün nuru, parçalanmış. Yaralanmış. Ne varsa hayatının anlamı, yitirmiş anlamını, boş kalmış içi.. Ilık başlayan duygular soğuyup sertleşince dokunsan kırılacak kadar hassas oluvermiş.
Ilık esen rüzgarın verdiğini, toplaşan kara bulutlarla beraber gelenler fazlasıyla alıp götürmüşler. Hayatın ılık heyecanları kaybolunca yerine geçenlerin ılık olmalarının hiç bir anlamı kalamamış...
Lodos gibi ılık ama sert esen rüzgarlar belirlemiş tutunabilenlerin gücünü, tutunamayanların sonunu...