Yazgın Uzaklardır Senin

Uzaklar, özlem duyan sürgün yüreklerin sığınakları uzaklar. Uzak düşlere bir demir attın mı hüzün meyvelerini toplamaya başlarsın hemen. Uzaklar, hüzün getirirler sürgün yüreklere. Her yaşadığın şehri sürgün şehre döndürmek istersen eğer, uzakların şarabı

yazı resim

Uzaklar, özlem duyan sürgün yüreklerin sığınakları uzaklar. Uzak düşlere bir demir attın mı hüzün meyvelerini toplamaya başlarsın hemen. Uzaklar, hüzün getirirler sürgün yüreklere. Her yaşadığın şehri sürgün şehre döndürmek istersen eğer, uzakların şarabıyla bir gece sarhoş olmak yeterli. Artık o şehrin sürgünleri listesine kaydın yapılır.

"Yazgın seninle gelir her gittiğin yere, bilmelisin" derdi her zaman, kendini denize adamış bilge balıkçı: "Her yol seni ona biraz daha yaklaştırır. Uzaklaştığını sandığın her an, onun biraz daha yakınında bulursun kendini."

Böyle derdi de bilge balıkçı, bu kıyı onun kaçıncı durağı olmuştu kimbilir? Sormazdım, o da söylemezdi zaten, sık sık uzaklara dalar giderdi, yanında oturduğumu bile unuturdu. Konuşup bozmak istemezdim özlemle yıkandığı bu özel anlarını. Sonra -sanki sözünün nerede kaldığını unutmadığını belli etmek istercesine- kaldığı yerden devam ederdi öğütlerine. Ben öğüt derdim onun sözlerine, yanından ayrıldığım anda da defterime yazardım aklımda kalan öğütlerini bir bir. Tabii o günün tarihini de sayfanın altına ekleyerek...

En çok yazgıdan bahsederdi yaptığımız sohbetlerde. -bu konuya gösterdiğim ilgiden dolayı belki de- Bizim kader ya da felek dediğimiz şeye o yazgı demekten sanki büyük bir zevk alırdı. Ben de sevmiştim bu ifadeyi ve bu kelimeyi kullanıyordum -daha çok- ona sorduğum sorularda...

Kaçımız yazgısının peşinden gitmiştir acaba? Hep yazgının bizimle beraber olduğuna inanırız ya, belki de bu yüzden kimse aramaya çıkmaz yazgısını. Her başımıza gelen belada onu lanetleriz ama sevinçlerimize ortak etmeyiz bir türlü onu. Sevinçlerimiz, mutluluklarımız bizim eserimizdir, hüzünler ise onun payına düşer bu ortaklıkta. Kahpe miydi kader bu kadar gerçekten ya da kelek mi çıkar hep felek?

Kaderin kahpe, feleğinse kelek olarak anılmasından olsa gerek, yazgı demeyi daha güzel bulmuş olmalı balıkçı. Yazgısını seviyordu besbelli, benim de sevmemi isterdi her buluşmamızda: "Yazgını sevsen de sevmesen de hep yanında taşımak zorundasın. O halde ne diye sevmediğin bir şeyle arkadaşlık edesin? Onu sevmeye çalış en azından, belki o zaman yazgın örtülerini kaldırır bir bir sana", derdi.

Derdi demesine de bu örtülerin neler olduğunu söylemezdi tüm ısrarlarıma rağmen. Sadece bir cümle ile cevap verirdi ayrıntı istediğim her soruma: "Onu da sen bulacaksın evlat!". Bulacağım elbette ama nasıl? Bir bulsam...

Balıkçılıktan ve onun bununla ilgili yaptığı işlerden anlamasam da bir deniz tutkunuyum ben de. Onu da teknesinde çalışırken hayranlıkla seyrederdim. Onu böyle çalışırken gördüğümde hemen aklıma, Hemingway'in yaşlı balıkçısı gelir. Hatırlıyorum da soluk soluğa okumuştum o ihityarın teknesiyle okyanustaki mücadelesini. Dedim ya, bizimkine ne kadar sordumsa da, denizdeki maceralarını -eğer varsa- anlatmadı bana: "O benim yazgımdı, yaşadım ve bitti. Herkes kendi yazgısıyla meşgul olmalı" deyip bu sorularımı atlatırdı. Ben de üstüne gitmezdim, yine de bir kaç öğüt vermeden de edemezdi: "Çok lafla az şey değil, az lafla çok şey anlatanlardan ol evlat!". Susardım tabi. O hep az konuşur, kelimelerini titizlikle seçerdi, onları bitireceğini snaırdı belki de.

Onu dinlerken Konfüçyüs ya da Halil Cibran'ı dinlediğim hissine kapılırdım. Onun nefesi bazen Uzak Asya'dan, bazen de Ortadoğu'dan esintiler getirirdi masamıza. Gidemediğim bu yerlerin kokusunu duyardım sanki. Eğitici olduğu kadar gizem de yüklüydü verdiği öğütler: "Yazgını dinlediğin kadar, ona direnmeyi de bilmelisin, direnebilmen için de yazgına inanmalısın inatla. Çünkü direnmek inanmaktır."

'Direnmek inanmaktır' derdi inatla ve her önüme çıkan engelde bu öğüdü hatırlardım. Hayatın engellerle örüldüğünü öğrenmiştim zamanla, bu engellerin de ancak direnmeyle aşılabileceğini... Direnmek inanmaktır ya, bunu nasıl unuturum?

Her akşam yanına uğrardım bilgenin, ama bu akşam onu bulamadım yerinde, bütün tekneler yerinde olduğu halde onun teknesi yoktu. Telaşla balıkçı kahvesine girdim ve kahveciye yaşlı balıkçıyı sordum. 'Hangisi?', diye sordu. Sahi adı neydi onun, hiç sormamıştım ki adını. 'Hani her akşam masada birlikte oturduğumuz ihtiyar', dedim. Şimdi kahveci daha tuhaf bir şekilde süzmeye başladı beni: 'Abi, her akşam sen yalnız başına oturursun, bir şeyin yok ya?' dediği anda başımdan kaynar sular döküldü. Hiçbir şey söyleyemeyecek kadar halsiz hissettim kendimi ve doğruca deniz kıyısına gidip oturdum.

Uzaklara daldı gözlerim. İçimdeki bilge balıkçıya gülümsedim. Ancak kendimin duyacağı bir sesle haykırdım uzaklara: "İnsan yazgısının peşinden gitmeli. Ne kadar uzaklara gidersen git, onu her zaman yanıbaşında bulacaksın!"

Başa Dön