Yaşam dediğiniz şey su gibidir. Akıp gider. Zaman geçmiyor diye düşünürsünüz ama bir de bakıverirsiniz ki zaman gelip geçivermiş
İnsan, yaşamı boyuna mücadele eder. Çabalar, uğraşır, didinir Amaç, hep iyi bir yaşam sürmektir.
Kimileri çamur içinde boğulur, kimileri bal içinde yoğrulur. Kimileri zengindir, kimileri ekmek bulamaz Eve bir ekmek götürebilmek için yapmadığı iş kalmaz insanın Sırtından tonlarca yükler geçer
Oysa kimileri de şanslıdır Elini ılık sudan çıkarıp soğuk suya sokmaz Babadan kaldığı mirasla gününü gün eder
Önemli olan zenginlik değildir. İnsanın ne olduğunu, nereden geldiğini bilmesidir. Yaşadığı hayata nankör olmamasıdır.
Yaşam, bizler için bir sınama alanıdır adeta Kader sınar bizi Bazen, elimizden tutar bataklıktan çıkarır bizi. Bazen de çok zenginken, sırtımızı yere vuruverir Mal, mülk, para, pul gidiverir elden.
Dünyada her şey olabilirsiniz. Zengin de, fakir de olabilirsiniz. Bir ülkenin en üst makamında da olabilirsiniz Padişah da olabilirsiniz, Cumhurbaşkanı da
Bu Dünya ne şahlar, ne padişahlar, ne sultanlar, ne alimler, ne zenginler gördü Taht sahibi, mal sahibi, mülk sahibi gördü
Bu gün baktığınızda hiçbirini göremiyorsunuz. Kimi yaşlanmış, kimi hasta, kimi de mezarda
Önemli olan insanın ne olduğunu ve nereden geldiğini bilmesi. Nankör olmaması Unutmamalı ki dağın zirvesine ulaşmak için eteklerden yukarı doğru yürümek ve tırmanmak gerek. Eğer bunu başaramazsan zirveye ulaşamazsın. Zirveye ulaşmak da önemli değil. Önemli olan orada nasıl kalabileceğini ve ne yapacağını bilmendir. Bunu bilmediğin an, aşağıya düşmek çok da zor değil
İnsan yeter ki geldiği yeri ve hangi zorluklarla zirveye ulaştığını unutmasın.
İşte bu konuyla ilgili güzel bir hikaye. Bu hikâyeyi bir TV programında ünlü basketbolcunun kendisi anlatmıştır:
Ünlü Basketbolcu Hidayet Türkoğlu, eşiyle birlikte Eminönünde geziyordu. Önce akvaryumcuları dolaştılar. Kapalıçarşı, Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı, derken Yeni Camii'nin önüne kadar geldiler. Orada
bağıra bağıra simit satan bir çocuk vardı. Basketbolcu birden durakladı...
Sonra simitçiye yaklaştı:
- Simidin kaça koç ?
- 1 lira abi. Çıtır çıtır....
- Tezgahta kaç simit var ?
- 70 - 80 tane var herhalde...
- Hepsini alsam ne tutar ?
- 70 veya 80 lira.
- Al sana 100 lira..
Farz et ki hepsini aldım...
-Sağ ol abi... Sağ ol...
Basketbolcu 2 tane 50 Lira çıkartıp simitçinin önüne bıraktı. Eşi şaşkındı. Üç beş adım yürümüşlerdi ki eşine yaklaşıp fısıldadı.
- Hidayet, sen deli misin?
- Yooo...
- Peki, yemediğimiz simitlerin parasını niye verdin ?
- Boş ver, sorma.
- Diyelim ki soruyorum. Hem de ısrarla soruyorum.
- Öyleyse söyleyeyim.
- Lütfedersiniz beyefendi.
- Tablanın kenarı dikkatini çekti mi?
- Hayır.
- Baksan görecektin. Tahtaya bir isim kazınmıştı.
- Nasıl bir isim?
- Hidayet!
- Yoksa?
- Evet...
O tezgâh eskiden benimdi.
İnsan, yarın ne olacağını, yarının kendisine neler getireceğini bilmez. Yarın sizin için çok iyi de olabilir, çok kötü de
İyilik dolu günler sizlerin olsun
Ne olduğunuzu ve nerden geldiğinizi asla unutmayınız
yarın Ne Olacağını Kim Biliyor?
Önemli olan insanın ne olduğunu ve nereden geldiğini bilmesi. Nankör olmaması Unutmamalı ki dağın zirvesine ulaşmak için eteklerden yukarı doğru yürümek ve tırmanmak gerek. Eğer bunu başaramazsan zirveye ulaşamazsın. Zirveye ulaşmak da önemli değil. Önemli olan orada nasıl kalabileceğini ve ne yapacağını bilmendir. Bunu bilmediğin an, aşağıya düşmek çok da zor değil