Yaralar

İnsanın iyileşmeyen ruh yaralarına dair

yazı resim

Elindeki siyah beyaz fotoğrafa dakikalardır dikkatle bakıyordu. Sınıfça çekilmiş bir lise fotoğrafıydı bu. Gördüğünüzde kolaylıkla bir kenara atacağınız sıradan fotoğraflardan. Adamın fotoğrafı parmaklarının arasında tutuşu, başparmağıyla fotoğrafın kenarına hafif hafif temas eden okşayışa benzer teması, masaya koymaya kıyamamasından orada sadece onun gördüğü bir şeyler olduğu belliydi. Dalgın bakışlar, fotoğrafı delip geçiyor, dudaklarına oturmuş gülümsemeyle birlikte hüznün dalgaları yanaklarına yayılıyordu. Eğer düşüncelerin ve canlanan anıların fotoğrafı çekilebilseydi, adamın o an otuz yıl öncesinde yaşadığı görülebilecekti.
Bir an başını kaldırdı. Etrafına sanki derin bir uykudan uyanmışçasına şaşkın bakışlarla göz gezdirdi. Baktığı yerlerde ne gördüğünü bilmiyoruz. Ama muhtemelen gördükleri gerçekten görmesi gerekenler değildi. Henüz gözü açık görmeğe bağladığı rüyanın içindeydi. Bir yerde o kendi gerçeğiyle birlikteydi ve buna belki rüya da denemezdi. Bir fotoğrafın içindeydi ve fotoğraf hiç de siyah beyaz değildi.
İçinde taşıdığı heyecana hayret etti. Gözlerinin önünde geçen gerçeklikten kopuşuna, içindeki coşkun özleme kendini bıraktı. Kayıp bir kıta gibi kayıp bir zamana duyduğu özlem, kaybolmuşluk duygusu, yitirmiş olmanın hüznü ve hayal etmenin verdiği dayanılmaz huzurun hepsi bir arada bir anafora dönüştü. Ne hissedeceğini bilemez halde başını kaldırdı.
Ruhta açılan yaralar sadece kabuk bağlıyor ama asla iyileşmiyor diye düşündü. Biraz önce kanayan otuz yıl öncesinin yarasıysa eğer zamanın iyileştiriciliği de bir yanılsamadan öte bir şey değildi. Bütün mesele hatırlamak veya unutmakla ilgiliydi. Aslında yara hep ordaydı. Tedavisi imkansız olan…

Başa Dön