Saymayı bırakmışken, son sözü hoşça kal’ la,
başladım yeniden günleri saymaya.
Saydıkça günleri; günler yüzlere, binlere ulaştıkça,
o ‘hoşça kal’ kutsallaştı zamanla.
O son kelimeleri söylerken;
yüz hatları, dudakları, bakışı ve arkasını dönüp gidişi,
saydığım her günde yeniden bir merasim oluşturuyordu.
her gece yirmi bir on beşte
merasim vardı yüreğimde,
ruhumda, beynimde…
gidene saygı zamanıydı o saat;
şimdi onu sürekli düşünenim
ve her akşam yirmi bir on beşte
buz kesen biriyim.
saat geçtiğinde yirmi bir on beşi
tekrar hatıralarla ısınan bir gönülleyim.
***
zamanı gün olarak hatırlıyorum, perşembeydi.
soğuk bir kış günüydü.
ilk randevu ve sıcacık bir aşktı başlayan
karşımda o, terliyordum.
bakışı ve kelimeleriyle sıcacık dokunuş gibiydi.
bir ömür boyu ısıtır mısın diye sorduğumda,
sen soğuk değilsin ki demişti.
uğradığında o aşk,
dileğim; böyle sıcacık kalsın dünyam oldu.
dileğim eksik kalmış meğer, demeliymişim;
o da sıcacık biri olarak ömür olsun bana
o zamanlar on yedi yaşındaki bir gence,
geçerken uğrayan bir arkadaş gibiydi sanki aşk
fakat aşk uğradığında gerçek yaş otuz yediydi.
düşününce otuz yedi yıllık, geçerken uğrayanı
tecrübesiz miydim aşk konusunda diye sorguluyordu kendini.
o otuz yedi yıllık, şimdi kırk yedi yıllık oldu
hala sorguluyor;
geçerken uğrayıp gidenden sonra yaşamak yaşamak mı diye.
(Gürsel ÇOLAKOĞLU)