Yağmur İncitiyor

Soğuk üşütürken, yağmur damlalarından kaçmak için şemsiyenin altına sığınırken fark ediyorum; orada sonsuza kadar kalmalıydım! Yüzümüzü, bedenimizi birbirimizde saklayabilmeliydik. Sağda solda görülen suratları belli olmayan ve birbirlerine sarılan sevgililer kadar normal olabilmeliydik.

yazı resim

Yeniden soğuk, hafif bir rüzgar ve birden bastıran yağmur... Ne kadar olsa da ıslandım. Çocukluğumda şemsiyelerle haşır neşir olduğumu söyler annem, ben pek hatırlamıyorum. "Aai, baba" diyerek evdeki bütün şemsiyeleri tepelerinin üzerinde açarak çevirirmişim. Bütün şemsiyeler kırılmış. Ondan beri de şemsiye almamışlar. Unutmuşum şemsiyeleri ne kadar sevdiğimi. Yıllar sonra, ben yirmi yaşımdayken ilk defa bana ait bir şemsiyem oldu. Demir sapına ilk başta usulca dokundum. Şemsiyeyi açmak içinse acemice ve heyecanla sapındaki mekanizmayı yukarı doğru ittirdim. Açılmıştı. Azgın bir yağmurun varlığından söz edebilirdik ama, böyle havalarda çokça rastlayacağımız sert rüzgar yoktu. Şemsiyeye güvenle baktım. Ne kadar da güçlü ve mutlu hissediyordum kendimi insanlar apartman girişlerinde çaresizce beklerken. Gülmeye değil ama gülümsemeye muhtaçtım son günlerde, gülümsedim. "Unutmuşum seni ne kadar sevdiğimi şemsiye. Şimdi senin altındayken mutluyum ve gülümsüyorum. Kısa bir süreliğine olsa bile... " Yağmur yağarken diğer insanlar gibi bir şemsiyenin altında olmak; vücudunla, yüzünle, bakışlarınla farklı olmamak, şemsiye tutan herkes kadar normal olmak ve uzaklaşmak kendinden, insanlara ne ifade ettiğinden. Yıllarca muhtaç kaldığım şey bu muydu? Bunun eksikliğimiydi beni bu kadar güçsüz kılan ve muhtaç bırakan bir başkasına?
Tam anlamıyla unutmuştum derken ani bir bulantı, kalp çarpıntısı, nefes alamamak... Olurmuş böyle şeyler. Biliyorum olur böyle şeyler... Biranda geliverir aklına.
Yağmur taneleri zırhımı deliyor, bir anda vücudumun soğuğu hak etmediği gibi garip bir kanıya kapılıyorum. Olmam gereken yerde değilsin diye bağırıyor yağmur, bir yandan da iğneliyor. Son gece orada kalmalıydın, bir daha hiç kalkmamak üzere.
Son gece, yağmur gibi bir fazlalık yok. Sadece kuru Ankara soğuğu. Olmam gereken yerdeyim diyorum. Zırhım bir timsahınki kadar kalın. Başka bir beden var benim bedenime temas eden, hiç tanımadığım bir surete sarılmışım. Sımsıkı. Parmaklarımı kalın mantonun içinden geçirip bedenine saplama isteği içinde, kaslarımı kontrol edemiyorum ve kadını fazlaca sıkmaktan korkuyorum. Nefes alışverişi ritmikleşiyor. Şimdi uyuyor olmalı. Sessizce bekliyorum. Soğuk güç veriyor bana, soğuğu hissettikçe kollarımın altındaki ılıklığın hücrelerine biraz daha nüfus ediyorum. Soğuk, tıpkı arkamda durup beni iteleyen bir dost gibi... Son yarım saat ama ne önemi var ki? Şimdi huzurlu. Uyanmazsa, uyandırmamalı. Sabaha kadar burada oturmalı ve sarılmalı. Bizi engelleyen hiçbir şey yok! Çok geçmiyor, irkiliyor. Tedirginmiş meğer, ani bir hareketle kafasını kaldırıyor. Bitirmeli artık, diyor, gitmeli. Bedeni uzaklaşıyor benimkinden... Yarım kalıyor…
Soğuk üşütürken, yağmur damlalarından kaçmak için şemsiyenin altına sığınırken fark ediyorum; orada sonsuza kadar kalmalıydım! Yüzümüzü, bedenimizi birbirimizde saklayabilmeliydik. Sağda solda görülen suratları belli olmayan ve birbirlerine sarılan sevgililer kadar normal olabilmeliydik.
Şemsiyeyi kapatıyorum. Üzerindeki suları silkeledikten sonra kabına koyuyorum. Aynanın karşısında bütün çıplaklığımla kalıveriyorum. Saçı başı ıslanmış; kaşları, bıyığı kulakları ve yüzündeki her bir kıvrımı netlikle seçilebilen biri görülüyor. Daha önce yağmurun beni bu kadar incitebileceğini hiç düşünmemiştim. Ne şemsiyelerin varlığını hatırlamış, ne "Aaii baba" oyunun yarım kalmış olduğunu fark etmiştim.

Başa Dön