Varşovada alelade bir gece. İnsanlar, bulutlar, binalar, ışıklar. Kendi kendine herşey. Dalarsın. Önce bir çocuk keser yolunu, bilmediğin dilde bakar suratına acınası bakışla. Hemen fark edilir yüzündeki o sahtelik, anlamadığın için o dilde. Kusura bakma, dilinizi anlamıyorum. Konuşur çocuk yine, 3-5 kelime, uzar gider sonra. Kaybolur ışıkların arasında. Yürürsün sen yoluna, sendeleyerek. İçilebilir bir sigara şimdi, soğuk değildir hava geldiğin yer kadar. Hatta ılımandır, anlaşılmaz şekilde, seni davet eden her adıma. Yürürsün, eski şehirin o arka sokağına. Yol üzeri karanlığı farkedersin, ama keyifli, hatta parlağından daha fazla belki. Muhteşemliği görürsün o ortanca sokaklarda; uzanan sakallı şapkalar kesmeden önce yolunu. Yine aynı şeyler, bla bla bla.. Kusura bakma. Anlamıyorum arkadaşım. Aslında eşek değilim de, herkes gibi anlamazlıktan geliyorum işte. Uzatmazlar, varşova adamı, devam edersin karanlığa giden o yola. Biraz daha fazla sendelersin. Gözlerin kapanır kendi kendine. Evet, bir sigara daha lütfen kendim! Nerdeyim? Umursamıyorum! Yürü! Varşovada gece yürümek zorunda bırakır insanı. Çünkü o kadar güzel ki bakışları. Yürürsün o 'güz'bebeği karanlığına, varsa cesaretin. Etraf biraz daha bulanıklaşır, köprü başında. Derken yine bir çocuk keser yolunu. Az daha irice. Uzun, güneş sarı saçlarıyla. Geceden daha koyu yeşil bakışlarıyla. Çok büyük bir ressamın hiç hatasız bir tablosuymuş gibi, tarifi imkansız. O kadar güzeldir ki o çocuk. Bla bla bla.. Hayır işte, yok zlotim, gülümseyen yüzünle ama bu sefer. Bakar yüzüne sen söyleyince sözünü. Çünkü o bilir bu gülümsemeyi. O zaman farkedersin işte gecenin en karanlık yüzünü..
-Sigaran var mı?
-evet, işte, alabilirsin
Nazikçe alır buruşmuş paketinden, isteksiz ve gururlu
-paran var mı?
-ne?
-paran var mı?
Sormuş bulunursun; neden?!
İzah edilir sana durum. Başın döner. Belkide dünya döner elli türkiş liraya. Aslına bakarsan hiçbirşey dönmez, sadece şok olmuşsundur, sen düzgünsündür de geri kalan herşey yamuktur bu şehirde. O köprü başında çevrilir. Naziksin, kıramazsın bu acınasılığı bir avuç demir parçasına. Kıramazsın, kırmak istemezsin. Adını koymak istemezsin de, zil zurnasın kardeşim, olmadağın adamsın aslında, merak edersin. peki, al!. İşte o şıngırtıdan sonra görürsün anlamadığın bir dilde bu kadar acı çekmeyi. Bir damla göz yaşı olmadan hıçkırarak ağlamayı. Anlatamam işte, ancak farkedersin! Anlamadığın bir şekildeki çaresizliği. Elleri şakağındaki acınası bir çocuğun bir an senin yüzüne acıyarak barak, arkasını dönüp yürümesini, sana yolu göstermesini.
Takip edersin.. Yürürsün.. Yürürsün.. Derken başlar o şarkı..
Dalga kıranlardaki banklarda çıkarttı ayakkabılarını
Bak dedi, köprü ışıkları siliyorlar yıldızları
Kazıyınca yaldızlarını, altlarındaki demir paslı.
Ateşe vermeli onları ama her yerde yangın çıkışları
Ve devam eder o -18 şarkı;
Sevdim seni ama bir şekilde hüzün var diye belki gözlerinde; Eğer sever gibi sarılırsan da, bu vücut sana bedava
Aslında derdim, çok gençsin daha?
Onyediyim dedi; ama ruhum bin yaşında. Kayalar kesti ayaklarımı, yinede birşey hissetmek güzel hala bu dalga kıranda..
Derken, sarıldı, ağladı saatlerce o bankta, ben bunları düşünürken acı çekip, o aynı köprüde işe gitmeden önce acı çekerken..