Ayrılığın ilk adımıydı ve sekizi beş geçiyordu saat. Ankara’nın iflah olmaz yaz akşamında yağmur vardı. Sevgimse adının baş harfiydi son kez sarıldığımız o sokağın adını gösteren lacivert tabelada. Korkuya karıştırdığım göz yaşlarımı içtim yudum yudum. Sana verdiğim sözümü tuttum. Gözlerim eşlik etmedi kalbimin göz yaşlarına. Tuzla yanan bedenimde dalga dalga hissettiğim ilk gidişin, bir sonrakinin acımasız bir yönetmence yaptırılan son provasıydı. Ben sana sevdiğimi söyledim, yağmur bulutları yok olup geceye yer açtılar gök yüzünde. Balkonlardaki meraklı başlar içeri çekildi, sokak bizimdi.
Ayrılığın ilk adımıydı ve sekizi on geçiyordu saat. Hala güçlü, istediğin kadar kudretli duruyordum karşında. Aslında içimden gelen, içimde ne kadar çiçek açtırdıysan hepsini kucağına doldurmak, o çiçeklerin kokusuyla yağmurunkini bütünleyip bir suret yaratmaktı gülüşünden, yapamadım. Karşında her zamanki gibi sessiz kaldım, ifadesiz kaldım. Cümle kuramaz oldum neden yine saniyeler sonra. Akşam başkente merhaba derken, ben hoşça kal diyordum sana bilmediğim bir başka şehre yolcu iken sen. Yüreğimdeki damlalar mor bir kifayetsizliğin arka sokağının kaldırımında bekler gibiydi. Şarkılar anlıyordu beni, ben şarkıları. En iyi bildiğim yerde, karıştırdım bütün notaları.
Ayrılığın ilk adımıydı ve sekizi on beş geçiyordu saat. Gözlerine bakmaya korkar olmuştum artık. Ya dayanamayıp kendini bilmez bir damla düşerse gözlerimden? Ya güçsüz zannedersen beni, ya anlarsan seni kaybetmekten sanatoryuma düşmesi gereken bir akıl hastası gibi korktuğumu? Anlama istedim. Gizemi bana kalsın. Sen ki zamanlarca aradığım, kavuştuğum ve kaybetmeye ramak kala kalbimin son gücüyle bir ağ örüp yüreğinin duvarlarına tutunduğum. Anlamım ol istedim. Gecem ol, ama gitme… Can gidiyor diye feryat ederken içimden bir şeyler, ben yine bütün kudretiyle baktım gözlerine. O bilmediğim, karmaşa ötesi renge. Sen renk ol istedim, gökkuşağı ol. Dakikalar geçtikçe geliyordu ilk ayrılık provasının vakti.
Ayrılığın ilk adımıydı ve sekizi yirmi geçiyordu saat. Neden geçtiğine bir anlam veremememe rağmen geçip duruyordu işte. Yine dur durak bilmedi bana inat. Yüreğimi de yolcu ettim seninle beraber. Sarıldığımda senli bir parfüm kokusu doldu ciğerime, sen gitmeden özledim seni. Sokaktan insanlar geçmeye başladı tekrar tekrar. Yeşerdi yüreğim iyiden iyiye. Çocuklar gibi çırpınıp şımarıklıklar yapmak geldi içimden. Ellerine asılıp gitme diye yürekler dolusu bağırmak, seni haykırmak geldi. Yapamadım. Cesaretim yine eksi otuz dereceye düştü bakışının karşısında, Tanrım hayır; aşk…
Ayrılığın ilk adımıydı ve sekizi yirmi beş geçiyordu saat. Vedamın yirminci dakikası bu kadar çabuk gelmişti işte. Provanın perde aşaması. Az sonra, o perde açıldığında bir hayat kaçkını gibi rolüme soyunacaktım. Yüklenen yaşama misyonunu bir müddet sensiz sürdürecektim. Granit gibi dimdik ve güçlü baktım bir daha gözlerine. Dayanamadım, sevdiğimi söyledim bu defa. Sıcak dudaklarını hissettim sol elimin parmakları üzerinde. Hayır, izin vermedim, dolmadı gözlerim. Sokak eflatuna döndü o sıra, sonra sümbül moruna… Derken masmavi kesiliverdi. Akşam kollarıyla başkenti sarıverdi.
Ayrılığın ilk adımıydı ve sekiz otuzdu saat. Yavaşça bıraktım elini, gözlerimi çektim gözlerinden. Son bir kaçamak bakış izin verdi yüreğime, baktım. Ağ-la-ma-dım. Saçlarımı bir rüzgar okşadı. Masmavi sokağın koluna girdim akşamın bir vakti. Uzaklaştım yavaşça yanından. Ardımda hissettim karmaşa ötesi gözlerini, tropik iklim sıcağı bakışlarını. Başımı önüme eğdim. Bir aşkın ağırlığıyla, göz yaşlarının kirpiklerime yüklediği tuzun katı kıvamıyla eğdim başımı. Ne kadar seviyorsam o kadar eğdim. Rüzgar ne kadar ılıksa o kadar okşadı saçlarımı. Ben dönüp bir kez daha geriye bakamadım. Mavi sokak ismimi söyleyip durdu. Sen ardımdaydın, bakamadım. Profesyonel bir hayat oyuncusuydum. “Belki”lerle avuttukça avuttum kalbimi… Saati hatırlamaz oldum bir süre sonra. Yüreğim yeşerdi, ben ağladım. Ben ağladıkça daha çok yeşerdi yüreğim. Yeşiller arttıkça daha çok suladım yüreğimi. Yürekler yeşillere, mavi sokak başkente, karmaşa ötesi gözlerin anılarıma karıştı. Başım döndü, aşktı bu. Sendin aşk, aşk sendi, sendendi aşk, aşk senindi. Ne olduğunu bilmediğim bir şehir gibiydi. Umarsız bir hastalığın ansızın tedavi edilmesi gibi bir şeydi. Ne neydi, anlamlı mıydı, anlam neydi, ne anlamdı? Tezatların ortasında kalakaldım. Şarkı devam etti kendini tekrarlamaya, dünya ise turunu atmaya. Bir şeyle yarışmaz oldu yüreğim bir süre sonra, ilk prova bitti, perde kapandı. Başkentte anlaşılmaz mavi bir haziran akşamıydı…