_Bütün yazıcılar korkuyla uyanır sabahlara.
Kura çektik, terk ediliş bana düştü ey dünya!_
Kapısının yumruklandığını işitti. Dışarıdan gelen uğultulara kulak verdi. Bu uğultular arasında kendisi hakkında söylenenleri seçmeye çalıştı. Kimdi bunlar, neler söylüyorlardı hakkında? İstedikleri neydi, kendi istediğinden başka?
Yazdıkları, söyleyemeden bıraktıkları Yaşadıklarının hepsi bununla ilgiliydi. Suçluydu, yarım bıraktığı her bir öykü adına. Tamamla! diyordu uğultular arasından anlam bulan sesler, Nasıl başladıysan öyle son ver yazdıklarına.
Gözlerini duvarlarda gezdirdi. Bu sağır duvarlara mı benzemeliydi, onlar gibi duymaktan yoksun mu kalmalıydı bütün söylenenleri; içindeki gürültüleri bile kesmekten acizken nasıl susturabilirdi ki dışarıdakileri? Sahirlere yalvardı, şehirleri taş eden onu da taş edemez miydi?
Kapıyı açtı. Çanlar, davullar, ezan sesleri Bütün kutsal ezgilerle beraber peşinden sürüklenen kalabalığa baktı. Okuyucularıydı. Öyle yakınlardı ki şimdi kendisine Bir şekilde hepsini tanıdığını biliyordu, hiçbirini daha önce görmediğinden emin olduğu kadar emindi buna.
Beklenen son geldi. diye haber verdi okuyucuları arasından biri. Cevap verebilecek misin dilden dile dolaşanlara? diye sordu başkası. Kaçabileceğin bir yer kalmadı! dedi bir diğeri.
Hiçbir kaçış yolunun kalmadığını kendisi de biliyordu. Kaçmak, yorgunlukla eş tutulmuştu lügatinde ve zaten çok yorulmuştu. Yazıcıların kehaneti onun için gerçekleşmişti yüzyıllar sonra işte. İçlerinden kendisi seçilmişti ve artık bütün yazıcıların korkularıyla yüzleşmeliydi. Şimdi, nefesi herkesin nefesine karışmalıydı sadece, bu öykü tamamlanmalıydı.
Ellerini kalabalığa uzattı; okuyucularına. Varın!diye gürledi. Sesi bir saman alevi gibi önce parladı, sonra sönüverdi. Ses onundu. Titrediğini fark etti; ama ses yine de onundu. Devam etmesi gerektiğini biliyordu.
Varın! dedi yeniden öykücü okuyucularına:
_ Varın siz tamamlayın. Öyle ya, ben sizi söyledim. Sizde bulduğum beni. Hepinizi, kendimi. Aleni yataklık ettim düşlerinize. Gizlinizi ifşa ettim diye her çağda taşladınız beni. Her nasılsa kendimi ele verdiğimi, tekrarlardan ibaret kaldığımı vurdunuz yüzüme. Suçladınız her ne söylediysem ve her ne söylemediysem haksız olduğumu ortaya döktünüz.
Tamamla! dediğiniz öykülerim nasıl tamamlanabilir ki içimde bu kadar çok ses varken? Tamamlamak, ne demek kendim paramparçayken?
Biliyorum aslında. Sizin kadar ben de biliyorum, aslında hiçbir şey bilmediğimin. Öğrendikçe hiçbir şey bilmediğimin. Bilmek için yazdığımın, yazmak için öğrendiğimin ve aslında hiçbir şey bilmediğimin. Sizler biliyor musunuz?
Biliyor musunuz, ben yazarken, başıma neler geliyor? Kara atlı süvariler geliyor kara bir gecede. Atlarını ay ışığına asıyorlar, aydınlığımı çalıyorlar. Görüyorum onları. Bu sıcak mayıs baharında bir inilti gibi yüreğime düşüyorlar. Görüyorum onları ve suyuma bıraktıkları gölgelerini. Beynimde bir kılıç tutarak bekliyorlar. Bütün huzursuzluğumu ortaya döküyorlar. Terliyorum sorgularından. Katre katre üstüne düşüyor sözcüklerimin alnımdan akan terler. Sözlerimden marazlar doğuyor. Eğilip tutuyorum, çekip çıkarıyorum oldukları yerden belki hayata tutunur diyerek. Hayata tutunmaya uğraşma, değmez. diyor kara atlı süvarilerden biri. Hayat ki vadeli hesabı olan bir bankadır. Senden biriktirdiğini katlayarak iade eder sana. Ne ki ben kederi biriktirmekte ustayım, acıyı paylaşmakta bencil. Umursamıyorum öğütlerini. Oysa o kadar çoğalıyor ki marazlarım, hangisiyle uğraşmamam gerektiğini bulamıyorum.
Biliyor musunuz, ben yazarken kaç huzuru boğuyorum hıçkırıklar arasında? Kaç gecemi yırtınarak geçiriyorum? Leş kargalarını titreten ihtişam davullarını duyuyorum, dudaklarımda beddualarla. Geceleri sokağa çıkıyor düşüncelerim, ölümü içlerinde büyüterek ve korkarak silinmekten ayak izleriyle mezarlıklarda. Etrafa yayılan leş kokularını göğsümde öğütüyorum. Deliler ülkesinden haber geliyor bana fısıltılar halinde. İrin irin bir şeyler akıyor gözlerimden. Alıp kurtarmak istiyorum söyleyemediklerimi benliğimin mahreminden.
Biliyor musunuz ben yazarken kara, kapkara cellatlar rüyalarımı bölüyor. Rüyalarım, her biri benden bir parça. Ben kadar bana yakın, ben kadar benden uzak. Açıyor kelepçelerini rüyalarımın; kara, kapkara cellatlar çığlıklar atarak. Celladın görevi öldürmek değil mi? Öyleyse neden acıtıyor benliğimi? Gardiyanım susuyor. İsyan ediyor içimde azınlıklar. Dağılıyor hücrelerimden yüzlerce zenci. Geriye benden bir şey kalmıyor. Ben benim diyor hepsi.Ben senim.Biri kuyuma taş atıyor, kırkı çıkaramıyor. Peki; ama hangisi benim?
Lalin pençesine düşüyor her bir parçam. Boş kalan yerlerimde yangınlar birikiyor. Ateş düştüğü yeri yakar, diyorum. Yanıyorum.
Biliyor musunuz, ben yazarken düşler içinde düşlere dalıyorum. Dipsiz uçurumlarından düşüyorum düşlerin, gafletin kucağına. Durmadan, soluk almadan Sonu gelmiyor, sonu yok biliyorum. Öyle bir zamansızlık içinde. Zemin kayıyor, zemin yok. Saf bir gaflet karanlığı, inkarı tazeliyor.
Hayır! diyorum. Bu benim düşüm değil. Bunu nereden çaldınız, bunu kimden çaldınız? Uyanmak istiyorum. Eteğimi çekiştiren yüzlerce ben buluyorum etrafımda. Meallerine bakıyorum, hepsinin kendine meyli malum oluyor. Nereden çıkıyor bu bölünmüşlük?
Yanılmış bir soruydu bu. diyorlar. Sobe! Bir deli poyraz esiveriyor kesici soğuğuyla, sıcak mayıs baharında. Yanılmış bir soruydu. diyor bütün benlerim. Buram buram kavruluyorum. Kimsesizliğin yurduna sürüklüyor bu deli poyraz beni.
Düşümde yeni düşlere uyanıyorum. Gözlerimden bir bulut sıyrılıyor. İşte rüyası çalınmış adam, işte yanılmış sorunun cevabı!
Ötelerde, toprağa boylu boyunca uzanmış bir adam görüyorum. Etrafta acı bir koku Bu korkunun kokusu, biliyorum. Yanına gidiyorum. Bana ne kadar da benziyor; ama bana ne kadar da benzemiyor. Sen! diyorum, senden kurtulmam lazım. Çünkü görüyorum seni, gördüğünde görüyorum kendimi. Bulmak istediğin gibi bırak diyor, Bıraktığın gibi bul beni.
Donup kalıyorum. Gözlerimde aynalar kırılıyor. Her kırıkta bir çocuk ağlıyor. Çeviriyorum yüzümü çocukluğumun kırılganlığına ve kuytu köşelerinde doğurup büyüttüğü hüznün sözcüklerine dokunuyorum. Yaşadıkça sızmış besbelli yarınlarına. Garanti belgesi olmayan bir hayat sunuyorum usulca alnından öperek. Sen, diyorum çocukluğumun solgun yüzü. Bulmak istediğin gibi bırak kendini. Telif hakkı alınmamış umutlar dik toprağına ve kırıklarını eteklerimde topla.
Nedir eteklerimde sürüklediğim uğursuzluk
Arkama dönüp baksam hep kasvet, huzursuzluk
Hangi sözcüğün eteğini kaldırsam çırılçıplak bir hüzün
İçimde hiçbir yerden alışılmadık kuşlar
Soluksuz, mecalsiz dokunuşlar
Çünkü, diyor bir yıldız. Sen insansın
Adem ile Havvasın.
Yıldızım diyorum ne de düşüksün
Üstünü ört geceleri, üstünü ört, üşürsün.
Biliyor musunuz ben yazarken acıyı dilimde susturmak istiyorum.Dilin kemiği yok. diyorsunuz. Olsaydı diyorum, olsaydı da kırsaydım.
Eksik kaldı öykün diyorsunuz. Bırakın diyorum, eksik kalsın öykülerim. Münker ve Nekir yazsın.
Tekrar etme kendini. diyorsunuz. Tarih tekerrürden ibaret değil mi, diyorum. Kendime bir tarih düşürüyorum, tekerrür eden.
Ele veriyorsun kendini. diyorsunuz. Ben bana yetmiyorum ki diyorum, kendimi size vereyim.
İşte, sözüm burada bitiyor. Susuyorum, taşlıyorsunuz beni
Sustu öykücü. Bütün kalabalıklığıyla beraber sustu. Sustu bütün okuyucular. Yüzüne yayılan aydınlık ve dudaklarındaki tebessüm ancak üzerindeki taşlar kaldırıldığında fark edildi.