Türkiye, her zaman olduğu gibi gene yaşadığı coğrafyanın çetrefilli oyunlarının içinde buluyor kendini. Bu coğrafya, tarih boyunca bu millete hiç rahat vermedi ki, bugün de versin. Dört bir yanımızda politika kazanları asıldı gene ve türlü çeşitli oyunlar kaynamaya başladı...
Önce etrafımızda dönen ve gittikçe de ısınırak dönecek oyunlara bir göz atalım, sonra da içerideki son tezgâhlanan oyunların dış politikamıza etkilerine bakalım izninizle...
***
Son dönemlerde bölgesinde ve dünyada bir yıldız gibi parlayan Türkiye, elbette ki kıskançlıkları ve de doğal olarak düşmanlıkları da hızla üstüne çekti. Recep Tayyip Erdoğanın kararlı ve cesur liderliği, Türkiyenin hem bölgesel hem de dünya çapında güçlü bir aktör olduğunu gözler önüne serdi. Buraya kadar dost-düşman herkes mutabıktır. İşin bundan sonrasında bazı yanlış adımlar, Türkiyenin hızla yükseldiği dış politik arenadaki yerini az da olsa sarsmaya başladı...
Bunun en belirgin örneği, Ahmet Davutoğlunun Suriye politikası oldu ve Davutoğlu buradaki yanlışına başbakan Erdoğanı da çekerek, tam bir çıkmaz yaranmasına sebebiyet verdi. Pek dilim varmıyor söylemeye ama Davutoğlunun Sünnî-Alevî ekseninden yola çıkarak, en başta Sünnî muhalefetin yanında yer alması, haklı olarak mezhebe dayalı bir siyaset güttüğü izlenimi verdi. Buna bağlı olarak da İran ve Iraktaki Şiî yönetimin de tepkilerini ve hatta biraz daha ileri giderek hasımâne tutumlarını üstümüze çekti...
Recep Tayyip Erdoğanın içerideki Alevî ve Şiî vatandaşlarıyla barışık bir politika izleme çabasıyla alınan mesafe, Davutoğlunun Emevî Sünniliğine yakın bir çizgide duruş sergilemesi hem Türkiyenin Suriye politikasını bir batağın içine çekti, hem de kendi içindeki vatandaşlarının içine kurt düşürmüş oldu.
Bekle ve gör politikası uygulaması gereken Türkiye, hem Suriye iktidarına hem de muhalefete aynı mesafede durmayı başarsaydı, belki de Türkiyeye güvenerek şiddeti tırmandıran bir muhalefet yerine, sadece meydanları dolduran bir muhalefet olacaktı ve despotun iktidardan gitmesini daha da hızlandıracaktı.
Suriye iktidarı, yıllardan beri kemikleşmiş, mezhepsel ve Baas politikasının tezahürü olan milliyetçilik kaidesi üzerine oturtulmuş çok sağlam bir yapıya sahiptir. Bir yıla yakın bir süredir direnebilmesi de bunun açık ispatıdır. Oysaki Sn. Davutoğlu, Tunus örneğindeki gibi, Esadın da Bin Ali gibi hemen apar topar bir uçağa binip kaçacağını hesaplamış olmalı ki, bu gerçekleşmeyince hem ne kadar yanıldığını zaman ortaya koymuş oldu, hem de Türkiye hiç de bulaşmaması gereken bir siyasetin içine çekildi.
Esadın devrilmesi mukadderdir. Ya sonrası ne olacak?! Bir yıl kadar bir süredir savaşan güçlerin, Esad gidince hemen masaya oturup barış çubuğu tüttürecekleri mi sanılıyor?
Suriye nüfusunun üçte birinin kinini üstümüze çektiğimiz yetmiyormuş gibi, Esad sonrasında Sünnî muhalefetin intikam duygularıyla bu nüfus üzerinde başlatacağı kıyımı nasıl durduracağız?
Güneyimiz kaynıyor ve kaynamaya devam edecek. Buraya bir nokta koyarak biraz da kuzeyimize bakalım...
***
Rusyada devlet başkanlığı seçimlerine çok az bir süre kaldı. Son yirmi yılda görülmemiş bir muhalefet direnişinin ve halkın bu direnişe ilgi gösterdiğinin müşahade edildiği son zamanlarda, bütün dünyanın gözleri de Rusyaya çevrilmiş vaziyettedir.
Mesele, Putinin yeniden seçilmesi veya kaybetmesi meselesi olmadığı gibi, alınacak oy oranlarıyla da çok bağlı değildir. Mesele, bu seçimlerin Rusyada taşları yerinden oynatacağı meselesidir ki, bu husus hem Rusyayı, hem etraftaki eski Sovyet ülkelerini, hem de başta Türkiye olmak üzere bütün dünyayı ilgilendirmektedir.
Tarihinde olmadığı kadar yüksek derecede ilişkilerini geliştiren Türkiye ve Rusya, hemen her alanda büyük bir işbirliği kurmuşlardır. Son Suriye politikası dışında, gene uluslararası dış politikada da aynı çizgiyi tutturan iki ülke, ekonomik olarak da zirve sayılabilecek bir seviyede işbirliği içindedirler.
Hâl böyleyken, Rusyada çıkacak bir kargaşa herkesten önce Türkiyeyi rahatsız edecektir. Bölgede ve dünyada yıldızı parlayan Türkiyenin güçlü bir aktör olmasının bir ayağı da; son on yıldır Rusya ile en üst noktaya taşıdığı ilişkilere bağlıdır. Güç kaybeden Rusya, Türkiyeye güç kazandırır mı? Yani, Türkiye fırsattan istifade diyerek Rusyanın kaybettiği mevzileri kapabilir mi? Burası şüphelidir!
Rusyada bir kargaşa çıkar mı diye soracak olursak; çıkacağı kesin gibi görünüyor...
Artık Putinin seçimi yüzde seksenlerle kazanması hayâl olduğu gibi, hile ile açıklanacak sonuçlarda da rakamlar çok fazla gösterilemeyecektir. Yüzde elli iki-üç gibi bir sonuç açıklanacaktır diye tahmin ediyorum. Çünkü üstündeki bir rakam, hem dünya kamuoyunu hem de içerideki muahalefeti inandırmayacaktır. Açıklanacak rakam ne olursa olsun, hatta hilesiz hurdasız gerçek rakamlar dahi olsa, muhalefet hile yapıldığını öne sürecek ve gene meydanlara dökülecektir.
Eksi yirmi derecede yüz bini aşkın protestocu toplayan Rusya muhalefeti, önümüzdeki Mart ve Nisan aylarında artacak ısı ile birlikte yarım milyonluk mitingler düzenlemeye adaydır. Geride kalan mitingleri gayet düzenli ve demokratik teamüllere uygun bir biçimde düzenleyen muhalefet, devlet başkanlığı seçimlerinden sonra yapacağı mitinglerde bu düzeni sağlayamayabilir. Toplum psikolojisinin zamanla hırçınlığa dönüşebileceği gibi, fırsat-ı ganimet deyip içlerine kimi provakatörlerin de dalıp kargaşa yaratma ihtimalleri yüksektir. Yarım milyonluk, bir milyonluk bir kalabalığı zaptetmek o kadar kolay değildir. Bu hususta hem Rus polisi zorlanacaktır hem de bizzat mitingi düzenleyenler.
Temennimizi değil, tahminlerimizi sıraladığımız gözden kaçmasın. Mart ve Nisan aylarında Rusyada düzenlenecek çok büyük çaptaki mitingler, Putinin otoritesini büyük ölçüde sarsacak ve kendi başının derdine kalmasına sebebiyet verecektir. Rusyada büyük çapta bir iç kargaşanın çıkması, en çok Kuzey Kafkasyada hareketlenmelere sebep olacaktır. Meselâ, Putin yönetiminin işbaşında tuttuğu ve her türlü soytarılığına göz yumduğu Çeçenistan devlet başkanı Ramzan Kadirov, büyük ölçüde sıkıntıya girecektir. Belki de çok kısa bir zaman içinde defolup gitmek zorunda kalacaktır.
Diğer taraftan Kafkas Müslümanlarının yaşadığı diğer küçük devletlerde de hareketlenmeler beklenebilir. Bu tür hareketlenmelerin Rusyayı bir kaosa sürükleyebileceği gibi, Putin yönetiminin alacakları sert önlemleri halka açıklamakta işlerini kolaylaştırabilecekleri ve böylelikle de iç kaos bahane edilerek muhalefeti durdurmayı başarabilecekleri de düşünülebilir.
Daha açık söyleyecek olursak: Moskova'da muhalefet baskısından bunalacak olan Putin'e kurtuluş yolu olarak; Kafkaslarda herhangi bir hareketlilik yaşanmıyor olsa da, FSB tarafından birkaç ayrı yerde ve aynı zamanda birkaç bomba patlatılarak ihtiyaç duyulan hareketlenme yaratılmış olur!..
Bu hareketlenmeler, zamanla Güney Kafkasya ve hatta Orta Asya ülkelerine de sirayet edebilir. Hatta sirayet etmesi mukadderdir de denilebilir. Başta Azerbaycan olmak üzere, bunların hepsi de bizi çok yakından ilgilendirir.
Bütün bunların yanında bir de Batı ile İran arasındaki uyuşmazlığın hangi boyutlara ulaşacağı hususu vardır. Bir çatışmanın dahi kaçınılmaz olduğu varsayımından yola çıkıldığında, otuz milyondan fazla soydaşının yaşadığı İran için Türkiye, çok daha hassas ve doğru politikalar üretmek zorundadır.
Ortaya çıkabilecek bütün olayların altından ancak güçlü bir Türkiye yara almadan çıkabilir. Hatta, belki de mevzi kaparak ve soydaşlarının demokratik hak ve hukuklarını genişleterek yarar da elde edebilir...
***
Bütün bunların ışığında düşünürsek; acaba diyorum şu son zamanlarda içeride oynanan oyunlar, her hafta yazılan yeni senaryolar güçlü bir Türkiyenin önünü kesmek için, işi dışarıya bırakmadan ve daha kolay yolu seçerek içeriden vurulması oyunu mudur?
Bölgenin en güçlü devleti Türkiyenin içine sızan Patrick Deveciyanlar kimlerdir?
Patrick Deveciyanların, Sarkozylerin dışarıdan vuramadıkları darbeleri içeriden vurmaya kalkanların oyunlarını kim ya da kimler bozacak?!
Devletin emekli genelkurmay başkanını içeri atmak yüreklerini soğutmadı, şimdi de MİT başkanını içeri atmak isteyenler kime hizmet ediyorlar acaba?!
Biraz da bunların üstünde kafa yormak lâzımdır diye düşünüyorum...