Sürgüne Uğramış Onurlu Milletlerin Hazin Yazgısı

Ayaklarımın ucunda yükseldiğimde, Sanki başım geçer bulutları Name name akordeon işler yüreğime Kanatlarınırım Kaf Dağı’nın ötesine…

yazı resim

Sürgünün kalbinde büyük bir boşluk vardır yeri tamamlanamayan ve kulağı hep o tanıdık ninniye hasret,aidiyet duygusu asılı kalmış yaşar geriye kalan ömrünü.Bir topluma verilebilecek en ağır cezadır ana vatanından bilmediği,tanımadığı uzak diyarlara sürgün…Boğazda kalan düğüm, genlerle sonraki nesillere aktarılır ve anavatana dönüş senaryoları masalsı bir ümit gibi yaşatılır hep.Ancak o ümit bir türlü gerçeğe dönüşmez ve eski günlerin hasretle yad edildiği bir eski fotoğraf gibi zamanı geriye alamamanın mahkumiyetiyle ütopyalaşır.

Tarihte sürgüne uğratılmış birçok bahtsız millet vardır.Bu bahtsız milletlerin yanında bir de başka bir vatanda geniş haklara sahip olup hatta yönetimde bile yüksek mevkilere gelebildikleri,meclise girebildikleri ve o vatanın öz evlatlarından bile hem daha zengin hem daha refah içinde yaşayabildikleri halde düşmanla işbirliği yapıp da topraklarını yağmalayan,can alan çetelere dönüşen Millet-i Sadıka’lar(!) da olmuştur ki bunlar hak ettikleri bir zorunlu göçü(1915 Tehcir Kanunu) trajik bir sürgün senaryosuna dönüştürerek sözde soykırım iddiasıyla dünya kamuoyunda veryansın etmekte olan Ermenilerdir.Ancak ben,tarihte asıl sürgüne uğramış olan onurlu milletlerin hazin yazgısından bahsedeceğim.

Tarihte hukuki bir uygulama olarak kanuna dayanan ilk sürgün,1791’de Fransa’da hayata geçirildi.Bu kanuna göre,siyasi yönden suçlu ya da şüpheli kişiler Gviana’ya gönderildi.Bu sürgünler toplu değildi ve daha sonra bu uygulama kaldırıldı.Toplu ve haksız sürgün denildiğinde akla gelen ilk sabık devlet,Rusya’dır şüphesiz.Rusya’nın rakiplerinden ve çekindiği insanlardan intikam alma , onları yok etme amacına yönelik ilk toplu sürgün önlemleri,Kafkas halklarına karşı başlatıldı.Çünkü onların simgesi kartaldı,kendilerininki ayı.Gökyüzünde özgür süzülen kartalı pençeleriyle yakalayıp ezmek istediler ancak hantal gövdeleriyle çevik bir halka boyun eğdirebilmek o kadar kolay olmadı.Kafkasya,onların kadim yurduydu insanlarının karakteri ve ruhu,dağlarının ve doğasının ruhu ile dans ederdi ve dans,o halkın kendini en güzel ifade etme şekliydi.

Ayaklarımın ucunda yükseldiğimde,
Sanki başım geçer bulutları
Name name akordeon işler yüreğime
Kanatlarınırım Kaf Dağı’nın ötesine…

"Haksız gücün karşısında, güçsüz hakkın yanında olmak benim imanımdır" diyen Dudayev,ruhunun asaletini dedesi İmam Şamil’den alıyordu.1856 Paris Antlaşması’ndaki bir açığı değerlendiren Ruslar Çerkezistan’ı baştan sona işgalleri altına aldılar.Şamil’in öderliğinde Kafkas halkının Ruslara karşı inatçı direnişi sürüp giderken Şeyh Şamil ve Muhammed Emin’in Ruslara tutsak olmasının ardından 1859’da Doğu Kafkasya’nın direnci kırıldı.Ruslar,Kafkasyalılara iki yol teklif ediyorlardı.Ya Stavropol bölgesiyle Sal Stepine veya Osmanlı topraklarına göç etmek.Aynı zamanda Rus ajanları.kuzeye göç edeceklerin hristiyanlaştırılacaklarını,25 yıl askere alınacaklarını söylüyordu.1860’tan sonra tekrar savaşlar başladı ve 1861’de binlerce Kazak ve Rus, Kafkasyaya yerleştirildi.Henüz işgal altına girmeyen bölgelere giden halklarla birlikte nüfus yoğunluğu artmış ve bu yüzden de yiyecek sıkıntısı ve salgın hastalıklar baş göstermişti.Tüm bu çaresizlikler içinde Kafkasyalılar,inthar savaşları yapmaya karar verdiler.Kadın,erkek,çocuk koskoca bir orduya direnen insanların kanlı yenilgilerinin ardından 1864’te Grandük Mişel’in yayınladığı bir fermanla bir ay içinde Kafkasya’nın boşaltılmasını,aksi halde kalan herkesin harp esiri olarak Rusya’nın muhtelif mıntıkalarına sürüleceklerini bildirdi.Ve sürgün başladı…

Sürülenler Bulgaristan, Dobruca, Sırbistan, Arnavutluk, Suriye, Irak, Ürdün,A.B.D ve hatta İngilizlerin beyazlaştırma politikasına alet olmak üzere Havai adalarına bile gönderildi.Sürgünde olumsuz şartlarda yolda ölenlerin sayısı karaya ayak basabilenlerden daha fazla oldu.Oldukça büyük trajediler yaşandı göç sırasında ve sonrasında.Hatta denizde yaşamını yitirenler anısına torunları yıllarca Karadenizden çıkmış balıktan dahi yemediler.Sürgün edilen Kafkasyalılar 500bin ile 2milyon arasında tahmin edilmektedir.Resmi kayıtlara göre 1855-1863 arasında 311.330 ve 1864yılında 284 bin göçmen Varna ve muhtelif Karadeniz limanlarına geldi.Bu sayıya yaz ortalarına kadar 295.068 kişi daha eklendi. Böylece en az 900 bine yakın göçmen 1855-1864 yıllarında sadece Osmanlı topraklarına gelenlerin sayısıdır.Trabzon Rus konsolosunun raporuna göre sürgünden sonra da olumsuz koşullarda günde Batum’da 7,Trabzon’da 180-250,Samsun’da 200 kişinin daha öldüğünü bildirmiştir.

“ Bir yanım hasret taşır, bir yanım sürgün;
Biri birinden acı, biri birinden bıçak sırtı. İşte bundandır...
Kılıç kınından sürgün, yürek coşkusundan yetim
Ve şarkılarda hasret çekerim Elbruz'un vadilerine;
Ezgilerin yürek atışındadır sürgün.
Dedim ya, nefretin adını bilirim sadece “ (Şogen Ümit)

1930-1940 yılları arası, SSCB Devlet Güvenlik Komitesinin kararıyla sürgün edilen milletlerin sayısı milyonları aştı;1944’ te alınan bir kararla Malkar halkı, yüzyıllardır yaşadıkları öz yurtlarından Orta Asya’ya sürgün edildiler. Kısa bir süre önce aynı zulmü Karaçaylılar, Kalmuklar, Çeçen-İnguşlar da görmüşlerdi. 1930’lu yılların sonlarına doğru Kore asıllılar, Alman asıllılar ve Kırım Türkleri,Azerbaycanlılar de aynı akıbete uğramışlardı. Sürgüne tabi tutulanların sayısı yaklaşık 3.200.000 kadardır. Tabi tüm bunlara kendi vatanlarında yıllarca zulüm görüp de toplu sürgünden payını çok dokunaklı bir şekilde alan Filistinliler’i de eklemek gerekir.

1944, ŞUBAT...
O yılın kışı işte, o yılın,
Sivri kama misali,
İnsanın bağrına saplanıp da yaşanan
Kışı işte o yılın!
O yılın hiç yazı olmadı ki...
Kanayan yüreğimin yarası kapanmadı ki hiç!
İçimi kavurarak süren o yılın kışı
On üç buzlu ayaza dönüştü
Ve daha bir başka soğudu
Tamı tamına on üç kez!
Sibirya'da dona dönmüş on üç yıl
Saplanır içime on üç anıt misali.
On üç yıldan uzun süren o tam on üç yaraya
Devâ olmaz zaman denen sonsuzluk!..
-Zelimhan Yandarbiyev-

Başa Dön