Yönetim ve yönetim ahlakı üzerine semavi kaynakları bir tarafa bırakacak olursak ilk bilimseldenemeler ve yazılar Antik Yunana kadar uzanmaktadır..Sokrates ve öğrencisi Platonun
Devlet ve devlet yönetimi üzerine ortaya koydukları çalışmalar ve sisteme karşısergiledikleri manifesto ve Sokratesin bedel olarak hayatıyla ödediği yönetim kritiğiinsan ve toplumlar için hep bir evrensel açmaz olarak karşımızda durmuştur..
Şüphesiz evrenin en mükemmel varlığı olduğu tartışma götürmeyen insan ve onun üst-bilinci toplumu yönetmek yine insanın kendisi için en büyük sorunu teşkil etmiştir..
Bu sorunu kimi zaman tek otoritenin etrafında kurdukları kanun zırhı ve baskıyla; kimi zaman semavi dogmaların manevi zırhı altına gizlenerek;
kimi zaman çoğulcu tercih afyonuyla toplumları uyuşturup kapitale hizmet ederekaşmaya çalıştılar..
Çalıştılar ama her defasında insan için kimi zaman toplumsal çoğunlukla da evrenselbir değer olarak karşımıza çıkan ahlak veya etikin siyaset veya politika olarak adlandırdıkları bu yönetim biçimlerinde uygulanabilirliğini de tartıştılar..
Ahlak veya etikin yönetimsel olarak vücut bulmuş haline siyasi ahlak-politik etik adını verdiler;
Antik Yunandan İslam Coğrafyasına ve kadim dinlerin merkezi Uzak Doğuya varıncaya kadar tartıştılar..
Platonun ve Aristonun Devletinden Farabinin el-Medinet-ül Fadılasına uzanmış;
Konfüçyüs ve La Tsunun bilge devleti İbn-i Haldun ve Maverdinin kutsal devletine karşı mücadele etmiş; Hegel ve Marxın İdeal devleti kapitalin yerine iktidara halkı taşımıştı..
Kabul etmek gerekir ki medeniyetler tarihi boyunca ideal devlet bir fantezi olmaktan öteye geçemedi;kitaplarda bir teori ;Platon ve Farabinin içinde bir ukde olarak kalmaya mahkum oldu..
Fakat ideal devlet ve yönetime yakın vücut bulmuş medeniyetler,az da olsa,var oldu..Bunların varlığı ve devamlarının temelinde hiç şüphesiz siyasi ahlakın devlet ve yönetimin merkezine oturmuş olması yatıyordu..
Ahlak,toplumun kendi kültü ve manevi atlasında ortaya koyduğu bir milli değerler toplamı olurken etik daha çok insanı merkeze koyan bir evrensel değerler manifestosu olarak çıkmıştır karşımıza..
Bundan dolayıdır ki,semavi dogmalar temelinde kurulan ve gelenekler ile tezyin edilen Doğu Medeniyetlerinde hakim olan siyasi ahlak olurken;
İnsanı ve devleti sevk ve yönlendirmede felsefi düşünceyi baz alan Batı medeniyetlerinde hakim olan renk politik etik olmuştur..
Doğuda semavi buyruklar silsilesi,
Uzak Doğuda bilge kişilerin spritüel öğretileri,
Batıda ise eleştirel aklın ortaya koyduğu yasal korkular
i
nsanı ve davranışlarını kontrol altına alan sosyal kuvvetler oldular..
Peki ender de olsa medeniyetler tarihinde gördüğümüz ideal devlet ve yönetimlere yakın Uluslar bunu nasıl sağladılar?..
Sihirli kelime-kavram;
Siyasi ahlak..
Ne Platonun Devletindeki Antik Yunanda;
ne Farabinin Faziletli şehri Orta Asya kırsallarında;
ne Hegelin Almanya-Avusturya-Rusya karışımlı İdeal Prusyasında;
ne de Marxın Proletaryanın iktidar olduğu komünist devletinde..
Biz bunu Asr-ı Saadet dediğimiz Nebinin(sav) ve Hz.Ebu Bekir ile Hz.Ömerin Medine İslam Devletinde;
Endülüs Emevi Devleti,Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletinde gözlemleyebiliyoruz..
Burada asıl olan renk her ne kadar ilahi doneler-semavi dogmalar olsa da bunları insanın ve toplumun genleriyle özdeşleştiren siyasi ahlakı es geçemeyiz..
İsa(as)dan önce ve sonra diğer medeniyetlerde monarklar ve oligarkların otoritesiyle sağlanan veya
sağlandığı zannedilen toplumsal barış ve haklar mezkur medeniyetlerde insanın kendi iç barış ve huzuru ve bunun topluma yansıması ile sağlanmıştır daha çok..
Aynı iç barış ve huzuru insanın kendine ve dışındaki dünyaya güven ile pekiştiren ahlaki yapı devletin de zirvesinde yer almış ve bu defa eğitim ile teyid edilerek siyasi ahlak olarak toplumda vücudiyetini sürdürmüştür..
Siyasi ahlakta esas olan bireyde isar olarak zuhur eden ve ötekileri kendi önüne geçiren ahlaki hasletin burada toplumu ve onun çıkarlarını devlet adamlarının önüne geçirmesidiryani diğer bir ifadeyle Şeyh Edebalının Osman Gaziye öğütlediği;
İnsanı yaşat ki devlet yaşasın felsefesinin hayata geçirilmesidir..
Bu medeniyetlerde gelirin adil dağılımı ve paylaşımı,Yönetim ile teba arasında biat-rıza kültünün uyumu,toplumsal barış ve huzur,bilim ve sanatta dinamizm,düşünce ve felsefi ifadede özgürlük,eleştiriye açık toplum gibi özellikler diğer medeniyetlerin hep önüne çıkmıştır..
Örneğin Arap Emevilerinde fiozoflar,kelam bilginleri(mütekellimun) dışlanırken,siyasal ve toplumsal tecrid ve linçe tabi tutulmuş;Ebu Hanife gibi orijinal bir Tefekkür Devi baskı ve zulümle işlevsiz
hale getirilmiştir..
Aynı siyasi ve ahlaki akamet Abbasilerde de kesintisiz sürmüştür..
Buna mukabil Hıristiyan ve Musevi dünyası ile iç içe yaşayan ve onların öğretilerini de yakından İnceleyen,ayrıca kendi ilim ve irfan dünyalarını felsefi ve mistik öğretilerle tezyin eden Endülüs Emevilerinin Felsefe,Tıb,Sanat,Musiki,Tasavvuf,Hadis,Kelam gibi bilim dallarında çok orijinal ve müstesna bilgeler yetiştirmesinin altında el-Hamra Sarayının kendi tabanına duyduğu saygıve güven ile kurduğu iletişim ve diyalogdur..
Bu Siyasi ahlakın meyveleri olarak İbn-i Hazm,İbn-i Miskeveyh,İbn-i Tufeyl,İbn-i Rüşd,Kurtubi,Ebu Medyen,İbn-i Arabi gibi sadece İslam Dünyasında değil tüm dünyada tesirleri ve izleri
olan Dev Bilgeler yetişmiştir..
İsterseniz kendi coğrafyamıza ve sularımıza doğru inelim siyasi ahlakın etkilerini irdelemek için..
Selçuklu-Anadolu Selçuklu ile Osmanlı arasındaki yönetimsel farkı bir mimari eserin üzerinde bulunan kartal ya da aslan başından bile ayırt edebilirsiniz..
Selçukluda eserlerin dış yüzeyi son derece sıcak,zengin işlemeler ve desenlerle süslenirken Osmanlıda mimari fiziki büyümeye karşın sanatsal ve estetik olarak sadeliği ve matlığı tercih etmiştir..
Biri insana duyulan güven ve sanatta estetiğe verilen öneme işaret ederken diğerinde eserin devasa duruşuna inat tek düzelik-statükonun izlerinin dışa-vurumunu gözlemlersiniz..
Sultan Alaattin Keykubat ile Endülüslü İbn-i Arabi ve Mevlana arasındaki diyalog,inanç ve düşünceye saygı,devlet desteği;
Sultan Alpaslan ve veziri Nizamül Mülkün pozitif bilimlerin gelişimine katkı,okullaşma ve akademik çalışmaların önünü açması,Gazzali gibi bilge kişileri sahiplenmesi ve desteklemeleri;
Maveraünnehrden gelen bilgelerin Anadoluda birer ekol haline gelerek halkın moral değerlerini yükseltmeleri;
Diğer yanda ise Fatih döneminde İbn-i Rüşd felsefesini şerh eden ve savunan Alaattin et-Tusi ile Gazzali ekolünün müdavimi Hocazade arasında çıkan ilmi münazara ve bunun sonucunda fikirlerinden
dolayı dışlanan ve ülke topraklarını terk etmek zorunda kalan Alaattin et-Tusi..
Devlet yönetiminde siyasi ahlakın zafiyeti ve tek renke bürünmesi..
Dini-tasavvufi öğretilerin siyasetin güdümüne girmesi ve tekkeler eliyle kontrol altına alınması..
Yunus,Hacı Bektaşi Veli ve Mevlana gibi maşeri vicdanın özgür ve zengin sesleri ve temsilcilerinin yerini Saray ruhunu yansıtan Ebussuud efendi gibi otoriter bilginlerin alması..
Yine bu dönemde Fuzulinin devlet otoritesinden kaçması,aynı şekilde şair Nefinin eleştirel mısralarından dolayı idam edilmesi,Molla Lütfinin yine muktedir kritiği ve ahlaki uyarısından dolayı İdama mahkum edilmesi..
Bütün bu olaylar ve değişimler halkasından çıkarılabilecek en doğru yargı siyasi ahlakın zafiyete
uğraması ve yerini otoriter korumacı devlet anlayışının almasıdır..
Gücünü halktan alan ama halktan kopuk,
Halkını yöneten ama sürekli kuşkulu tedbir ve sıkıyönetim modunda olan bir siyaset ve onun ahlakı..
Eh artık günümüze; tabii özellikle Türkiye ve İslam Coğrafyasına geçme zamanı..
Batıda daha ziyade insan temelli evrensel değerler etrafında şekillenen ve ahlakın kendisi değil ahlak felsefesi-etik ile yoğrulan politik anlayış İslam Coğrafyasında semavi dogmalar ve gelenekler ile mündemiç bir toplumsal değerler bütünü ahlaki yapıyla çıkar karşımıza..
Aslında politika lafzı Batının yönetim anlayışını ifade etmekte ne kadar doğru ise Siyaset lafzı da İslam Dünyası yönetim anlayışını ifade etmekte o kadar isabetlidir..
Her ne kadar Politika ve politik ahlak üzerine ilk eseri kaleme alan Platonun öğrencisi Aristo olsa da bu kavram Doğu ve İslam Dünyasının toplumsal genleriyle uyuşmadığı içinSiyaset adıyla karşımıza çıkmıştır..
Tabii bu yönetimsel metamorfozun en büyük sebebi
Akıl ve mantık odaklı reel politikten semavi donelerle yüklü duygusal yaklaşımlara geçiştir..
İdeal devlet anlayışına yakın yönetim başarısı ve siyasi ahlakın en kamil olduğu dönemler olarak tanımladığımız Endülüs Emevi,Selçuklu-Anadolu Selçuklu ve duraklama dönemine kadar Osmanlı İmparatorluğundan sonra günümüz İslam Coğrafyasının şekillenmesi nasıl olmuştur?..
Son İmparatorluk olan ve İslam Coğrafyasının tek hakimi Osmanlının 1923den itibaren resmi olarak sona ermesinden sonra Siyaset ve siyasi ahlak kavramı ya tamamen değişti ;
ya melez olarak devam etti ya da,S.Arabistan örneğinde olduğu gibi,siyasi ucube olarak tezahür etti..
Bir çoğu Osmanlı kolonisi olan kimi İslam ülkeleri Kapitalist Batı blokunun güdümünde krallık-mutlak monarşi olarak ,kimi komünist Rusya blokunun güdümünde sosyalist cumhuriyetler,kimi emperyal
batılı ülkelerin kontrolünde oligarşik cumhuriyetlet olarak sahne aldılar..
Tabii Türkiyenin 1923den sonraki seyri çok değişken olmuştur..
Tek parti-tek adamlıktan Cumhuriyet nidaları altında yıllarca demokrasi pistinde patinaj yapmış,ne İsaya ne Musaya yaranabilmiştir..
Demokrasi adımları ve atılımları tek adam-tek parti statükosundan gelen
vesayet rejiminin darbeleri ile hep sekteye uğratılmış;
siyaset ve siyasi ahlak Batının reel politiki ile Doğunun İdeal Siyaseti arasında gel-gitler yaşamıştır..
Kardinal cübbesi ve külahı giydirilmiş İmam modunda siyasi zig-zaklar çizen bir yapının yönetimde nasıl bir ahlak anlayışı olabilirdi ki?..
Bunun adı ne etik politik olabilir ne de siyasi ahlak.. ;
Batının çıkar ve bencil kromozomu ile Doğunun korumacı ve iyelik kromozomunun birleşmesinden doğan hilkat garibesi bir karakter ya da
politik ahlak-siyasi etik..!
Halkının karşısında Ebu Zerrin zühdünü,Ömerin adaletini anlatarak duygusal atraksiyonlar ile İktidara yelken açan ama iktidarda Machiavellinin çıkar maskesini takarak Harunolarak gelip Karun olanlar..
Arabesk siyasetin kollarında kimi Osmanlı kimi Çağdaş Türkiye rüyasına yatan ama her koltuk değişiminde Zübük politikacıların kucağında uyanan bir toplum..
İçeride siyaseti ahlak zırhından çıkarıp rantın rengine boyayan ve ihale takipçiliğnden milli ülküleri unutan ve terk edenler;
Dışarıda ise iktidarını koruyabilmek adına Küresel Sistemin uluslar arası eko-politik oyunlarında figüran olmaya razı olan karakterler..
Bir asra yakındır siyasi ahlakı sadece tarih kitaplarından ya da seçim vaadlerinden başka yerde tanıyamayan ve kutsalları ile aldatılan insanlar,yıkılan hayaller ve tükenen umutlar..
Yıllardır İdeal Devlet ve onun siyasi ahlak anlayışını hayata hakim kılmak isteyen bir toplumun Yönetim trajedisini izliyoruz..Bazen drama bazen traji-komik tadında..
İnsanımız ne Platonun ideal Devletini ne de Farabinin Faziletli Şehirini istiyor zira onlara göre bu beklenti ütopyadan da öte..
İnsanımız ne Hz.Ömer gibi bir Lider Yönetici ;
Ne de Ebu Zerr gibi bir vatandaş beklentisinde..
Tek beklentisi sadece siyaseti ahlak çizgisine çekebilen yöneticiler görmek,görebilmek..
Çok şey mi istiyor insanımız?..