Sistemin Ruhu - 3

İlk adımı atmak nasıl bir duyguydu acaba? Ebeveynlerimizin bizi yürümeye ikna edebilmek için verdiği uğraşlar sonucu bir gün ayağa kalkıverdik ve o tarihi ilk adımı attık. Korku duymuş muyduk, düşünmüş müydük, hesaplar yapmış mıydık, bir yargıya sahip miydik ya da bir önyargıya?

yazı resim

Peki, düşüncenin sistem tarafından şekillenen olmaktan çıkıp sistemin kendisine dönüşmesi ne anlama geliyor? Aralarındaki fark nedir?
Şöyle düşünelim, şayet dil varolmazdan önce düşünce yok idiyse yani düşünce dilin bir işleviyse, o zaman insan topluluklarının ekonomik ve kültürel ilişkilerini düzenleyen sistemin düşünceyle örtüşmesi doğal bir sonuçtur. Çünkü dile bağımlı olan düşüncenin kendisi bir sistemi, bir yaşam biçimini dayatır. O halde sistem ve düşünce bir bütündür ve sistemin düşünceyi şekillendirmesiyle, düşünceyle aynı şey olması arasında fark yoktur denilebilir. Fakat bu aynı şey değildir. Çünkü dil ve dolayısıyla düşünce, kendi evreni içinde, yeryüzünde birden fazla insanın yaşadığı çağlar boyunca yaşayacak, bu anlamda neredeyse sonsuz bir süreçtir. Oysa sistemler ölümlü, sınırlı ve bazı bakımlardan kapalıdırlar. Ama buradan da dilin kendisinin bir sistemi dayatmakla kendini sınırladığı sonucuna varılabilir. Fakat dilin kendisi bir sistemi dayatan olmakla beraber, bu sisteme koşulsuz şartsız teslim olmuş değildir. Evet, dil, Winttgenstainın da değimiyle bir oyundur ve her oyunun oynanabilmesini sağlayan kuralları vardır. Bu kurallara uymaksızın o dili konuşmak mümkün olmaz. Ama yine Winttgenstainın dediği gibi bu kurallar değişmez değildir. Dil, doğası gereği varlığını sürdürdüğü sistemle yaptığı anlaşmaları sınırlandırmış, kendine nefes alabileceği bir alan bırakmıştır. O, örneğin, değişen iklim şartları, tahmin edilemez doğal afetler ya da farklılaşan hayvan davranışları gibi pek çok öngörülemez olgu ve olaylarla uyum sağlayabilecek, yani doğanın canlılığıyla örtüşebilecek sistem dışı bir alana sahiptir. Bu alan onun ölümsüzlük alanıdır. Yani bu bağlamda düşünce, sistemin koşulsuz şartsız bir kölesi değildir. Evet, sistem tarafından şekillenir ama sistemle özdeş değildir. En azından henüz
Şu halde, düşüncenin sitemle özdeşliği yani aynı şey haline gelebilmesinin koşulu, dili, sistemin dışındaki alandan çekip almak, onu öldürmektir. Bu aynı zamanda düşüncenin, dolayısıyla insanın da ölmesi demektir.

İlk neden köleliği ya da önyargı

İlk adımı atmak nasıl bir duyguydu acaba? Ebeveynlerimizin bizi yürümeye ikna edebilmek için verdiği uğraşlar sonucu bir gün ayağa kalkıverdik ve o tarihi ilk adımı attık. Korku duymuş muyduk, düşünmüş müydük, hesaplar yapmış mıydık, bir yargıya sahip miydik ya da bir önyargıya? Kuşkusuz bunların hepsi olmuş olabilir ama en az biri muhakkak olmuş olmalı. Önyargı Hayvanlardaki içgüdüsel davranışlardan farklı ama tıpkı onlarınki gibi bir tür hayati reflekstir önyargı. Ayağa kalkmak, adım atmak, elini bir şeyi tutmak için uzatmak, sesin geldiği tarafa dönüp bakmak, düşen bir cismi almak için eğilmek ya da işte şu derken parmağını uzatmak. Her biri, diğer yan etkenler ve itkiler bir yana, en masum, en bağışlanabilir olan; yapabilirim önyargısının desteklediği hareketlerdir. Önyargılarımız, algılarımızla elde ettiğimiz verilerin, bilinçli-bilinçsiz ağlarla birbirine bağlandığı o gizil alanda, davranışlarımızı yönlendiren bir efendidir adeta. Bize yapabileceklerimizin ve yapamayacaklarımızın sınırını koyar. Bu boyutuyla hayatlarımızı sürdürülebilir kılan ve bazen kurtaran bir işleve sahip olduğu kadar, onun hareket alanını sınırlayan, düzenleyen, bağımlı kılan bir işlevi de vardır. Bizler, önyargılarımızın, davranışlarımızı yönlendirmek adına geçerli kabul ettiği ilk neden-ler-i çoğu zaman sorgulamaksızın ve neredeyse bilinçsizce kabul ederiz. Psikolojide güdü adıyla tanımlanan bu efendinin burada önyargı adıyla anılmasının nedeni, güdü (motive) daha çok amaca yönelik olarak davranışı pozitif yönde etkileyen bir tanıma sahipken, önyargının negatif yönü de barındırıyor olmasıdır. O, genel olarak hayvanlardaki hayatı korumaya yönelik içgüdüden de farklıdır çünkü öğrenilerek, en az bir nedene bağlı olarak oluşur.
İçine doğduğumuz sistem bize tüm yargılarını dil aracılığıyla sunar. Neyiz, kimiz, ne olabiliriz, kim olabiliriz ve tüm bunların tersini, ne olamayacağımızı; duymaya ve algılamaya başladığımız ilk andan itibaren dil aracılığıyla öğrenmeye başlarız. Dil sayesinde henüz yaşamadığımız ama yaşamış gibi yargılara sahip olduğumuz binlerce yaşantı örüntüsünü tahayyül edebilme imkânına sahip oluruz. Ama bu imkân çoğu durumlar için bize, ancak mış gibi yapma olanağı sağlamakla sınırlıdır. Her şeyi deneyimleyemeyiz ve bunu çoğu kere istemeyiz de. Çoğumuzun cıs sesiyle öğrendiği, hiç deneyimlemesek bile kesin yargılarına sahip olduğumuz zararlılardan uzak durmayı tercih etmek, çok da anlaşılmaz olmasa gerek. Ancak bu anlaşılır davranış kalıbının, hayat boyu sürgit başvurulan bir önyargı haline gelmesi ve hiç deneyimlenmemiş pek çok yaşantı karşısında duvar oluşturması aynı anlaşılır cevabı almaz kuşkusuz. İşte bize, aradaki bu farkı sistemin dışına çıkarak görebilme imkânını veren; dilin, sistem dışındaki alanda kendisini yenileyebildiği farklılıklarla teması sayesinde oluşturabildiğimiz açıdır.
Sistemin bir takım zorunluluklar ve gereklilikle biçimlendirdiği kişiliklerin, çevrelerinde ördüğü yaşam biçimlerinin de doğal olarak sistemin izdüşümünü vermesi; insanın, ilk nedenlere bağlı olarak oluşturduğu bu önyargılarının sonucudur. Ve şayet sistemin taşıyıcı nüvesi olan dil, sistemin kendisiyle bir daha hiç ayrışamayacak biçimde özdeşleşirse; en başta, dilin, dolayısıyla da insanın tek boyutlu bir dünyada, ilk neden köleliğine teslim oluşu olur bu.
(Devam edecek)

Nilüfer Aydur

Başa Dön