İçinden yükseldikleri toplumsal yapıdaki çelişkilere direnç gösteren hak ve özgürlük arayışları, eskiyen ekonomik-alt ve kültürel-üst yapıyı dönüştürme görevi üstlenmiş, ilerici-devrimci eleştirel unsurlardır. Ancak, ne zaman ki bu hak ve özgürlükler elde edilmekle kurumsal yapılara kavuştularsa, kendilerini harekete geçiren nedenlerle illiyet bağlarını yitirmişler, sistemin ortak paydasında erimişlerdir. Günümüzde, otomasyon toplumuna yönelmiş dünya ölçekli ilerleyiş, uluslar bazında kademe kademe yaşama dönüşürken; ölçülebilir, küçük parçalara bölünerek kategorileştirilebilir bir dünyasal algıyla, ben yerine bir-ey olma kategorisine yerleştirilen insan; kendi biricikliğini her şeyin üstüne çıkarma yozluğunu özgürlük adıyla anmaya koşullanmıştır. Tatmin edilmeyi bekleyen yapay ihtiyaçlar ve bunlara ulaşmaya yönelik özgürlük bağlamları nicel olarak sayılamayacak denli artmış, bu çokluk ortamı aynı çokluk derecesinde manipülasyona açık hale gelmiştir.
Sistemin baskın unsurları ne denli akılcı-bilimsel, üretken, dünya ölçeğinde bütüncül ve teknolojikse, yönetilenlerin bunlara akılcı dirençleri de o denli imkânsızlaşmaktadır. Zira savaşmak zorunda oldukları akıl-dışı, bilim-dışı bir toplumsal yapı değil, tam tersine aklın ulaşmaya koşullandığı yararcı bir yapıdır. Bilimselliğe karşı-direnç ahmaklıktır. Tüm ihtiyaç kategorileriyle farklılaşan insanın özgürlüğü, sistemin insanı denetleme aracına dönüşmüştür artık. Özgürlüğün ne olduğu sistemin unsurlarınca belirlenir. Köleler ve efendiler arasındaki uzlaşmaz çelişkiler, ortak ihtiyaç ve özgürlük içerikleriyle çürümeye terk edilir. Zevkler, ihtiyaçlar, taşkın arzular benzeşir. O ne büyük bir tatmindir ki; efendi ve köle, aynı şeye gülen, aynı zevklere güdülenen, aynı araçlara ulaşmayı hak ve özgürlük addeden ortak paydalarda birleşmiştir. Yapay ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçlara ulaşmayı sağlayan araçlar (insanın insana ulaşma isteği doğrultusunda emeğiyle bedel ödeyerek katettiği yol yerine özel ya da kitle ulaşım araçları, sözle dokunduğu hitabet yerine özel ya da kitle iletişim araçları, barınmak yerine konfor sağlayan ev teknolojileri, beslenmek yerine hazza dönüşen gıda ürünleri vs.) insanın tutum ve davranışlarını dönüştürmüştür. Araçlar mesaj olmuştur. Aynı araçlardan aynı mesajları alan insanlar; aynı etkilere aynı tepkileri veren kolektif bir düşünce-eylem zeminine kavuşmuş olur. Sistem, dışarıdan baskı yoluyla insanı köleleştiren bir mücadele unsuru olmaktan çıkar, araçların dönüşümüyle (teknolojik ilerlemelerle) kendini bir üst aşamaya taşıyan içsel bir dinamiğe dönüşür ki; bu dönüşüm daha konforlu bir hayatı hedefleyen akılcı bir dönüşümdür. Kavga, sistemin kendine dönük olmaktan uzaklaşarak, araçların yetersizliğine, teknolojik geriliğine yönelir. Özgürlük arayışları, üzerimize yüklenmiş ağırlıklardan (zincir, pranga, sırtımızdaki küfe, yönünü bileklerimizle değiştirdiğimiz ağırlıkların kuvveti) kurtulma mücadelesi değil, yapay ihtiyaçlarımızı giderecek araçların yüküne ulaşma çabasına dönüşür.
Teknoloji ve bilimi hizmetine almış sistem, artık egemenliğini akılcılaştırmış, yaygınlaştırmıştır, öyle ki; egemenlik kayıtsız şartsız milletin olacak, ulaşan ulaşmayana örnek olacaktır. Çağın bir önceki aşamasında egemenliğin sembolü olarak biçimlenmiş unsurlar, dünya ölçeğinde yaşanan bir harekete tweetleriyle nasıl müdahil oluyorsa, yeryüzündeki tüm insanlar da aynı araçlara aynı amaçlarla ulaşabilecek konuma varacaktır. Şeffaf dünya gözleri büyüler. Büyüler âleminde totemler konuşur. Bir Cumartesi Annesi medyatik olur. Tüm bu olanları devrim ve kazanım gören akıl, mantığının duvarları arasına sıkışır. Mantık, öncellerini ve olan olduktan sonra başvurulan bir merci olduğunu unutur. Olacak olanı önceleyen ama dününü kaybetmiş bir hükümran olur. İnsan, tarihe gömülmüş beninin üzerine inşa edilmiş kendine, sistemin egemeni olur.
Kurtuluş, sistemin kendi içinden kendi araçlarıyla mümkün görünmese de, tek çare, halen geçmişinin donanımlarını üzerinde barındıran insanların, tüm olup bitenlerin akılcılığındaki akıl dışılığı ortaya dökme çabalarında gizlidir. Kıyamet tellalı gibi algılanmakta hiçbir beis görmeden söyleyebilirim ki; büyük bir yıkımın ve egemenlik paylaşımının arifesinde (bu, sistemle özdeşleşmeye uygun birimlerin paylaşarak yürüteceği içselleşmiş ve yaygın bir egemenliktir) bizi insan yapan değerlerimizin yeniden büyüyeceği zeminler oluşturamazsak, gelecekte, ayrık düşünceliler olarak, yer altında ölü ya da diri olanlar olarak anılacağız.
Bu senaryoda oynamayı ya şimdiden reddedecek ya da sonsuza dek susacağız.
Not: Bu amatör denemeyi bir taslak metin olarak şimdilik sonlandırıyor, daha geniş bir çalışmanın; ayrıntılara inerek, anlatımlarımı güçlendirecek araştırmalarına yönelmek istiyorum.
Olumlu-olumsuz eleştirileriyle ilgisini ayıran herkese teşekkürlerimle...
Nilüfer Aydur