En hissiz günümdeyim
Ağlayamıyorum bile
Hırpani libaslar içinde Hacer oluyorum
Koşuyorum
Neye susadığımı bilmeden koşuyorum
Sığamıyorum avucumdaki sözlere
Neye sussadığımı bulsam belki konuşacağım
Örtmüyor beyaz susuşlar gözlerimdeki kara çığlıkları
Dünyanın tüm ölüleri korkuyor gözlerimdeki kuyulardan
"Ateş denilse yanan
su denilse eriyen" bu yürek
Gel git rotası dışında med-cezirler bulmalı
En hissiz günümdeyim
Bir çığlık sabahı,
Yüzyıl öncesinden birikmişlikliğimle
Bir çocuğun ağaca sarılması gibi sarıldım yalnızlığıma
En hissiz günümdeyim
Hıçkırark ağlıyorum...
Şimdi ağladığınız dilden konuşacağım...
Sustukça dibim tutuyor...
~ 'Karanlıklarda söylemekten çekindiğiniz hakikatleri, birgün gelecek çatılardan haykıracaksınız!' demişti gözlerinde denizin tuzlu suyunu tasıyan bir seyyah... Ak ile kara ipliğin birbirinden ayırdedilebileceği kadar ortalık kendini aydınlığın kucağına salıverdiğinde, 'O' kağittan gemisine atlayip ateşten gömleğiyle onuncu köyün yolunu tuttu!... Ardından söylenenlere umarsızca, en son Meryemce bir sukut orucuna niyetlenmeden önce kulağıma, 'Sükut; soylu bir eylemdir!' diye fiısıldamıştı...Sonra...Sonrası hiç eskimeyen bir sessizlik!...Lakin hala soluğu ensemde, akıbeti endişemdedir! Bir sehrin en emin yeri camilerse, en ilginç yeri de onuncu köydür zannımca... Ama ben hala buradaysam; yeterince yankılanmiyor mu söylediklerim?!? Artik ağiz dolusu susuşlarımı hayra yormayın!!!
Bu ayın beşinci haftasında artık rahat olacaksınız! Sevinin! At sineğiniz sizi terk edip, kaf dağına uçup, konacak bir mim bulmaya gidiyor. Kurumuş bir kabuk gibi soyup sukut libasını üstünden, cana kasteden anlaşılmamadan mütevellit hırçınlığı atıp üzerinden, başını sulara daldırıp bir sünger gibi emerek tüm hayatın tuzunu, uzaklardaki açların aşlarına katacak! Tuzsuz aşlara tat, dertsiz başlara dert, gamlı yüreklere seraptan öte bir gerçeklikle derman olacak, "FİİLİ DUA"larin diyarina göçecek!