Silahlara Veda - Ernest Hemingway

Ernest Hemingway Yazmak Üzerine adlı kitabında üzerine yazılmaya en çok değer olan konuların savaş ve ardından da zenginliğin ve fakirliğin kaynağı olan para olduğunu söyler. Kitaplarında her zaman doğrudan gerçeği yazmayı ilke edinmiştir. Gerçeği daha gerçek hale getirme işlevi olarak görür edebiyatı. Gazeteci olarak gittiği İspanya İç Savaşının ardından Çanlar Kimin İçin Çalıyoru, gönüllü olarak katıldığı 1. Dünya Savaşının ardındansa orada gördükleri üzerine Silahlara Vedayı yazar.

yazı resimYZ

Ernest Hemingway Yazmak Üzerine adlı kitabında üzerine yazılmaya en çok değer olan konuların savaş ve ardından da zenginliğin ve fakirliğin kaynağı olan para olduğunu söyler. Kitaplarında her zaman doğrudan gerçeği yazmayı ilke edinmiştir. Gerçeği daha gerçek hale getirme işlevi olarak görür edebiyatı. Gazeteci olarak gittiği İspanya İç Savaşının ardından Çanlar Kimin İçin Çalıyoru, gönüllü olarak katıldığı 1. Dünya Savaşının ardındansa orada gördükleri üzerine Silahlara Vedayı yazar.

Silahlara Vedanın baş karakteri Hemingwayin kendisi gibi ABDden İtalyaya 1. Dünya Savaşına gönüllü olarak katılmaya gelmiş bir subay olan Tenentedir. Tenentenin gözünden savaşı ve Bayan Barkley ile olan aşkını anlatır Hemingway.

Kitap savaşın içerisinde bulunan askerlerin psikolojik durumunu oldukça başarılı anlatarak savaşın aslında göründüğü gibi olmadığını gösterir. Nitekim Hemingway yine Yazmak Üzerine adlı kitabında edebiyatın, gerçeğin somut olmayan halini somutlaştırma süreci olduğunu söyler. Silahlara Vedanın olay anlatısından biz savaşın korkunçluğunu kendiliğinden anlarız. Bize birisi bu durumu doğrudan söylemez. Askerlerin düşünceleri, konuşmaları oldukça çarpık ve bazen de çelişkilidir. Savaş gibi korkunç derecede anormal bir durum savaşın içerisinde bulunan insanların normal-anormal ayrımını kaybetmelerine neden olur.

Kış başında sürekli yağmurlar, yağmurlarla birlikte de kolera başladı. Ama salgın önlendi ve sonunda askerden yalnızca 7 bin kişi öldü. Sy.6

Tenentenin henüz kitabında başında kurduğu cümlelerden biri böyledir. Tenentenin yalnızca ifadesi ile 7 bin askerin öldüğünü söylemesi sayıyı oldukça az bulduğunu, ucuz atlatıldığını düşündüğünü gösteriyor. Hemingway bu yolla bize hem savaştaki asıl kayıpların büyüklüğünü hem de 7 bin askerin koleradan ölümünü kabul edilebilir bulan askerin yaşadığı psikolojiyi sergiler. Henüz kitabın başında bu tür cümlelere sıkça yer vererek kitaba savaşın korkunçluğunu sezerek başlamanızı sağlar.

Ben Avusturyalıların savaş sona erdiğinde kasabaya gelmek istiyor görünmelerine pek seviniyordum. Çünkü kasabayı yok etmek için bombardıman etmiyorlar, yalnızca askeri yöntemlerle hafifçe top atışına tutuyorlardı. Sy. 7

Kitap aynı zamanda savaşla büyüyen bir aşk hikayesidir. Fakat normallik kavramının bu denli kaybolduğu öyküde aşk da aynı anormal ölçüde ilerleyecektir. Bayan Barkley evlenmek üzere olduğu adamı savaşa göndermiş ve sonrasında onunla karşılaşma umuduyla orduya gönüllü hemşire olarak katılmış bir İskoçtur. Bayan Barkley orduya katılırken sevgilisinin omzunda bir kılıç yarasıyla karşısına çıkacağını ve bunun da çok romantik olacağını hayal etmiştir. Fakat Hemingwayin kurgusu bize savaşın asla klasik aşk romanlarına benzemediğini gösterir. Bayan Barkleyin sevgilisi onun hayal ettiği tarzda bir romantizmle karşısına çıkmamış bir bombardıman sonucu paramparça olarak hayatını kaybetmiştir. Üstelik de teğmen Tenenteye bu durumu anlattığında Tenente bu bombardımanı

Hatırlıyorum, korkunç bir gösteriydi. Sy.18 diyerek anlatır.

Askerlerin savaşın içerisinde zihinleri parçalanmış, mantıklı düşünme yetilerini kaybetmişlerdir. Hemingway bunu karakterlere kurdurduğu çelişkili cümlelerle anlatır:

Çok güzel. Cepheye bu kadar yakında iyi doktor bulunmaz pek. Cepheye çok yakınız değil mi?
Epeyce
Saçmasapan bir cephe. Ama çok güzel. Saldırı başlayacak mı? sy. 19

Hemingway sonunda anlatmak istediği tüm bu durumu bir askere de söyletir:

Savaş bana filmlerdekinden daha tehlikeli görünmüyordu. Sy. 35 Oysa olay anlatısı Tenentenin bu yargısının yanlışlığını her seferinde göze çarpar.

Hemingway savaşın gerçek yüzünü kitabın ilk sayfalarında olay anlatısına yerleştirerek adeta okuyucuya şunu söyler: İlk bilmen gereken şey savaşın filmlerdeki gibi olmadığıdır.
Kitabın son kısmında savaşı çıkaranlar ile savaşanların durumunu da kendisinden beklenmeyecek bir şekilde betimleyerek anlatır:

Kendisinden beklenmeyecek bir biçimde diyorum çünkü Hemingway aslında romanlardaki alegorik anlatımlara ve sembolleştirmelere tamamen karşıdır. Belki bu karınca hikayesinde de bunu yapmak istememiştir ama Terry Eagletonın dediği gibi roman yazardan çok okur tarafından yazılan bir edebiyat türüdür.

Savaşın tüm bu vahşetinin yanında olayın merkezine savaşta sevgilisini kaybetmiş Bayan Barkley ile Tenentenin aşkı yerleşir. Tenente başlarda Bayan Barkleyi yalnızca cinsel ihtiyaçlarını karşılayacak biri olarak görürken gittikçe ona aşık olacaktır.

Bayan Barkley son derece saplantılı biridir. Kendisi olmaktan korkan ve bağımlı olabileceği birisini arayan bir kadındır. Tenenteyi bulduğu anda da ona bağlanır. Bunu henüz aralarındaki yakınlaşmaya dair hiçbir şey konuşmamışlarken Bayan Barkleyin aniden Biz artık sevgiliyiz demesinden rahatlıkla anlarız. İki sevgilinin özellikle beraber Milanoda geçirdikleri günlerde kurdukları diyaloglar bu durumu bize açıkça betimler.

Bayan Barkley burada Tenenteye şöyle der:

Ben diye biri yok. Senim ben. Ayrı bir ben çıkarma ortaya. Sy. 103

Bayan Barkley böyle söyleyerek kendi kişiliğinden vazgeçiyor. Ve kendisini Tenentenin kişiliğinde eritiyor. Bu durum ikisinin bir dayanışması, yekvücut olması hali de değil. Öyle olsaydı Bayan Barkley böyle bir cümle kurmak yerine Ben diye bir şey yok, biz varız diyebilirdi. Bu duruma dair birçok örnekle karşılaşıyoruz kitapta:

Senden uzaklaştırılmaktan korkuyorum yalnızca. Sen benim dinimsin, her şeyimsin.

B: Hiç öyle bir hastalığa tutulmuş muydun?
T: Belsoğukluğu geçirmiştim.
Dinlemek istemiyorum. Çok acı veriyor muydu sevgilim?
Pek çok
Keşke ben de tutulsaydım.
Sakın ha
Gerçekten isterdim bunu. Senin gibi olmak için isterdim.

B: Sevgilim neden saçlarını uzatmıyorsun?
T: Nasıl uzatmak yani?
Biraz daha uzun olsunlar.
Yeteri kadar uzun ya
Hayır, biraz daha uzasın, ben de kendi saçlarımı keserim. İkimiz de birbirimize benzeriz. Sy. 266

Ve son olarak Barkley , Tenente olmak isteğini tek bir cümleyle anlatır:

Kısa da güzel olabilir, o zaman birbirimize benzeriz. Sevgilim seni o kadar çok istiyorum ki sen olmak bile istiyorum.

Esasen Bayan Barkleyi bu duruma getiren şey de savaşın psikolojisidir. Romantik hayaller ile savaşa gönüllü hemşire olarak katılan Bayan Barkley burada tamamen başka bir insan olmuştur.

Uzun bir süredir mutlu değildim. Seninle karşılaştığımızda artık çıldıracak gibiydim. Belki de çıldırmıştım. Ama şimdi mutluyuz ve birbirimizi seviyoruz. Sy.104

Askerlerin kullandıklarına benzer çelişkili cümleleri zaman zaman Bayan Barkleyden de duyarız.

Sakalını seviyorum. Çok sert ve dehşet verici gözüküyor. Öyle yumuşacık ve hoş ki. Sy. 270

Her ne kadar Tenente başlarda Bayan Barkleye karşı duygusalca bir yakınlaşma hissetmiyor olsa da zamanla o da Barkleye bağlanır ve aşık olur. Tenentenin aşkı Barkleyin ki kadar saplantılı değildir. İkisinin karşılıklı konuşmalarında bunu kolayca anlarız:

[]
B: Çok tatlısın sevgilim, belki de çok hoş olurum, hele öyle zayıf falan olunca belki yeniden aşık olursun bana.
T: Seni yeteri kadar seviyorum şimdi. dedim. Ne yapmak istiyorsun, beni mahvetmek mi?
Evet, seni mahvetmek istiyorum.
Çok iyi dedim. Ben de istiyorum bunu. Sy. 270

Bayan Barkleyin tüm kişiliğini Tenentenin kişiliğinde eritmesi savaşın psikolojisi ile doğrudan alakalıdır. Hatta kitabın başlarında Tenentenin Bayan Barkleyin peşinden koşarken Barkleyin pek de yüz vermediğini görürüz. Fakat savaşın ağırlığı artık Barkley için taşınamaz bir yük haline gelmiştir ve tüm sorumluluk ve karar alma yükünden kurtulmak istemiş kendisini tamamen Tenenteye bırakmıştır. Adeta bir toplumların sorumluluk sırtlanmaktansa bir lidere hastalıklı biçimde bağlanması gibidir Bayan Barkleyin durumu.

Tenente ile Barkleyin bir başka diyalogu da tarihin farklı zamanlarındaki iki yazarı bir araya getirir. Diyalog şöyledir:

B: Peki kaçNasıl derlerKaç kişiyle birlikte oldun?
T: Hiç.
Yalan söylüyorsun.
Evet.
Zararı yok. Bana yalan söylemeye devam et. Senden istediğim de bu. Güzel miydiler bari?

İki sevgili arasında geçen bu diyalog ve Bayan Barkleyin tavrı Charles Bukowskinin söylemiş olduğu şu cümleyi anımsatır:

Kadınlara yalan söylemekten çekinmeyin. Yeter ki kendileri için söylendiğini bilsinler.

Milanoda Tenentenin izinli geçirdiği günlerde Bayan Barkley hamile kalır. Barkley kendisini böylesine Tenentenin kişiliğine hapsetmişken çocuğun Barkley için bir sorun olması gerektiğini düşünürüz. Çünkü aralarındaki tüm bu bağ ikisi tarafından yaratılmış olan fakat aynı zamanda da bağımsız olan bir bebek tarafından bozulacaktır. Bu bebeğin varlığı Bayan Barkleye kendisinin Tenente olmadığını ayrı bir insan olduğunu gösterecektir. Korkusunu şöyle anlatır:

Küçük haylaz aramıza giremeyecek, değil mi? sy. 269

Bayan Barkleynin hamile kalması ile Hemingway kitaba yepyeni bir çatışma unsuru koymuştur ve okurken bu çatışmanın ancak bebeğin ölümü ile çözüme kavuşabileceğini sezersiniz. Nitekim Hemingwayde doğum esnasında çocuğu öldürür. Fakat küçük bir detay daha vardır. Bu detayı da sizin okumalarınıza bırakıyorum.

Başa Dön