Kimi dilsiz hayatların vergi ıstırabı çektikleri
Yerlerde çok zaman bekledim! Bir sızıntı gibi
Bekledim ki, içimden taşanlar hep suçsuzdu.
Suçsuzdular, çünkü sevebildiklerim değildiler:
Daracık bir odaya mahkumdu yılların yaratısı;
Neresinden baksanız, ağlamaklı bir adamın
Bir çocuğun hevesi belki, Kaf dağını aşarak
Onların, benim, hepimizin, içinde gezindi durdu.
Kızıl elmasları parlatan denizler coştukça
Gözlerim buğulu, garip bir ses tonuyla
Diyor: "Asla korkmam yarı yolda kalmaktan!
Elbet bir geminin kıç güvertesi olur otelim;
Usulca konarım beyaz köpüklere yakın bir yere
Orada, kelebekler, boyalı direkler, zengin arılar
Eğlenseler bile, önüme artık yemekler atıp;
Ne çıkar:- Vardığım vuslat eskitti hürriyetimi!
Ruhun gücünü ölçebilen bir şairdir sevgilim.
Uzunluğu kızıla çalan bir kamçıdır belirsizliği.
Bedenimi okşayınca imâlı dokunuşları, hisleri:
Var mı benden ziyade çoban, ey dalgalı saçlar?
Hepiniz, varlığınız kadar da yoksunuz; Tapının!
Gerilen seslerin uzun boşluğuna atın ruhunuzu:
Ne kimseden sonra, ne de kendinden önce;
İnsan, limanına varınca, tiksiniyor hayattan!
Hain cehennemine odun arıyor köhne nostalji!
Yontmak zor değil çınarı; hemen kurur düşler.
Geriye kalan, acılı zihne umut gibi damlıyor;
Belki farklı bir anlamı vardır ama kim bilir?
Tanınmıyor; kendini tanımak gelmiyor işine;
İsteklere, inançlara, suçlara, az geliyorsa,
Perdelere sarılmış bir ceset vardır kalbinde:
Onu arıyor bütün her şey; - Onun peşinde hayat.
Kimisi, zevkle taşır binlerce ömürlük buseleri;
Kimisi, saf kapıları kırar ölümün eşit tadıyla;
Sırtını aynaya yaslar, kimisi öğütür katı cenneti:
Delirmek dediğinin, beklemek değil miydi aslı?
Yakılmış, ıssız limanların baygın bakan gözleri
Uzaktan, değimsiz bir siren sesiyle, çok uzaktan
Parıldıyor: Elveda hayat... elveda hayat...
- Peki, neyin sancısını unutturdu bunca hatıra?
Belli değil: Düzensiz her şey... düzensiz hisler!
Tarumar edilmiş evler, yataklar, çöpler, gökler
Yaşamaya devam ediyor bir yanı küfürle dolu!
İyelik hırsı, kovduğu vakit eşsiz yuvasından aşkı
Bilmiyordu, bilmiyordu, kaderin böyle olacağını:
Bu çaresizlik değil miydi çocukluğu dize getiren?
O zaman utansın fakir insan:- Tekrar yenilmekten;
Tutku, kuytu sorularla bir cenin yarattır kimisinden.
Deyin: - Tanınmaz olana kadar sevmek niye?
Açıklık, insanı çevirir kızıl elmasın gölgesine!
Mızrabın diline değen sefih notaların artığı,
Tatmak isteyince çevresine aşk kokutan poleni,
Bakmaz sırtından yansıyan kuşkulu dünyaya.
Yelkeni ağır ağır dolan sandalı bıkkın, hantal
Bekler, bekler, bekler, yetersiz ruhun boşalmasını:
- Herkes, tadını alana kadar adanır yaşamına!
Anlayın, çelişkinin işkencesi son bulsun diye
Birleşip bütün budala ve meczup duygularla
Büyük ve derin bir kuyu etrafına dizildi taşlar:
Oval taşlar, bir rüya gibi kaygan... Ve ıslak!
Sırayla dokunuyor bir el hepsine: - Kimin eli?
Gözlerinde titrek mumlar yanan biri bu, belli;
Alışmış parmakları, rahmin tüylerini deşmeye;
Ve kokusunu asla duymamış sevginin, aşkın!
O geçmişin parlak ışığından çalınmış lahzalar
Hangi seslerin, isteklerin, hislerin üstünü örttü?
Belli değil! - Biriktikçe, kinli ve öfkeli umutlar
Kaçacak yeri kalmadı baygın yanan parlaklığın.
Olasılıkları yok etti aşkın ebedî müşkül açlığı
Sonra başlayacak sancısı: Korkmaya gerek yok!
Tüylerin içine damla damla aktı kösnül kezzab;
Artık kimse okşamaz, karanlık, sisli kanatları!
Deyin bana, ey derin imgeler, halatlar, limanlar!
Yalnızlığın dağınık saçlarını kim tarar artık?
Hayatı onurlu kılan, büyüten, her şeyi insanın,
Yaralı hayvandan farksız; sülükler emiyor kanını!
Beklenen, sevgi duyulan, her şeyin pişmanlığı,
O gidilen başka yerin, hiçbir yerine benzemiyor;
Orada her şey yabancı, bir o kadar da sıcakkanlı;
Özgürlük, üzüntüye tutsak, rengi belirsiz sancı.
Ve sevginin bedeni, imreniş kokulu bir çiçek!
Yalandır bakışları, inanmayın; aldatır sadece!
Savaşın galibi, doyumsuz gurur olacak... belli.
Düşmanları bozuk mayayla demlenmiş yıllar boyu;
Her yüz yarı yarıya soluk, yarı yarıya çürük
Fısıltılar ölçüyor değerini! Ey küçük dağlar!
Söndürün lambaları, ruhumun ateşi üşüyor aşktan:
- Döküldüğümüz yer, hem çatal, hem yüksek!
Biraz susun, ne olur... Bir küçülme istiyorum
Her şeyden bir küçülme; çok görmeyin sakın:
Beklemekten, özlemekten, aşktan, bir küçülme!
Gizli tebessümler uğruna yıkılan binalardan;
Boşuna yaşam verilmiş vakitlerden, usulca,
Bir küçülme diliyorum: - Yüreği ayırsın dudaktan.
İstiyorum, kabul etsin vuslatın çoğul durağı:
- Kösnül demlerin rahminde yeşerir her ölüm!
İnandıklarımdan önce, bakınca duvar boyuna
Derin şarkılarım, dar güvertelerin hokkabazı!
Yine de bilmiyorum; pişman olacağımı bilseydim,
Gidip uzanır mıydım o pis yatağına Tanrının?
Günahımın bedelini, kanımla öderim elbet:
Kalmaz tek damla: Gelir, yolar tüylerimi!
Demek ki, hataydı kelimelerin ruhunu soymak;
- Benden uzaklaşın artık, uzaklaşın, ey tutsaklar!
Madem ki alışmak çürütüyor sevginin dokusunu;
Düşünce, besliyor imrenişe boyanan tutkuları,
Diyecek bir şey yok kimseye, yok bundan sonra!
Nefsin sonsuz azabı zevkle yıkadı odamın ışığını;
Çok iyi biliyorum öleceğim günü ben! Siz de bilin:
- Okşanmış çıban gibi kabaracak tüysüz göğsüm.
Yokluğum, baskın verecek kovulacağım şehirlere;
Ve alışacağım bitecek... alışacağım, bitecek sonra.
Kasım 2010