Seninle Birlikte Olmak İstiyorum

Geldiğimiz ev, tipik bir öğrenci eviydi, iki döküntü kanepe siyah beyaz bir televizyon, yerde eprimiş bir halı ve eski bir kitaplıkta sıralanmış kitaplar. Pencereye yakın olan kanepenin en dip ucuna oturdu, ben oturmadan çay koyma bahanesi ile mutfağa yöneldim, o ise TV’yi açmıştı. Üç haberlerini veriyordu özel bir kanal ve Diyarbakır’da öldürülen Kürt siyasetçi Vedat Aydın’ın cenaze töreninde yaşananların görüntüleri vardı, birlikte haberin bitmesini bekledik. Haberi izlerken ki dikkatimi fark etmişti, Kürt’sün değil mi diye sordu, yanıtı gözlerimdeki hüzünden belliydi zaten. Sadece kimse ölmesin dedi.

yazı resim

SENİNLE BİRLİKTE OLMAK İSTİYORUM

Yedi yıl önceydi. Sıcak bir Haziran günü, terden yüzümün yağlandığı, atletimin vücuduma sıkıca yapıştığı, boğucu bir akşam üzeriydi. Adını şimdi hatırlamadığım bir barda karşılaştım onunla. Suskun ve içine kapanık biri olarak nitelemiştim ilk izlenimlerimi. Siyah gözleriyle etrafı süzüyor, başıyla yarım daire çizdikten sonra birasının içine gömülüyordu. İlk zamanlar hep böyleydi. Bir gün garsondan kim olduğunu öğrenmeye çalıştım, aldığım yanıt kızgın bir metal parçası gibi saplanmıştı bana. Saatlerce oturur sonrada kendisiyle ilk ilgilenen erkekle yatmaya giderdi, diyordu garson.

Bilinmez bir merak sarmıştı beni, bu bilmeceyi çözmeye kararlıydım. Bir hafta sonra yine aynı bara gittim. O 18 yaşını dahi doldurmayan, siyah gözlü, esmer kız yine oradaydı. Kararlıydım, bekleyecektim. Yaklaşık iki saat sonra orta yaşlarda bir adamın, onun masasına oturduğunu, kısa bir süre sonra da birlikte bardan çıktıklarını gördüm. O zaman garsonun söylediklerinin doğruluğuna inandım.

Gece kaldığım öğrenci yurduna gittiğimde uzun süre, neden? Diye düşündüm. Henüz onyedi yaşındaki bir kız bunları neden yapar. Üstelik para karşılığı da yatmıyordu erkeklerle. Adeta bir şeylerden intikam almaya çalışıyordu. Gittikçe merakım da artmıştı. Artık adımlarım beni hep o bara götürüyordu. Yine bir gün, seyrek bir vakitte masasına oturdum. Ürkek, mahcup ve bütün bu olanların suçlusu benmişim gibi bir ruh hali beni sarmalamıştı. Zoraki bir tebessümle merhaba diyebildim oturacağım sandalyeyi masanın altından çekerken. Bir süre yüzüme baktı, birasından uzun bir yudum çektikten sonra, merhaba dedi kısık bir sesle. Beni daha önce bu barda gördüğünü, buranın yabancısı olduğumu her davranışımın ele verdiğini söyledi. Doğruydu, bir kez gelmiştim bu bara ve kendisini gördükten sonra ara ara gelmeye başlamıştım ama buranın devamlı müdavimi değildim, hep yabancı gözlerle etrafa bakıyor, o yokken duvardaki tabloları inceliyordum. Karşılıklı birer bira içtikten sonra kendisini bir arkadaşımın evine davet ettim.

O esmer kız, yine bildik bir sonun başlangıcında olduğunu zannediyordu. Peki derken, sesinin kırılganlığı elle tutulur bir samimiyet taşıyordu. Otobüs durağına gidene kadar, sanki zımmi bir anlaşma yapmışız gibi hiç konuşmadık, otobüs geldiğinde biletinin olduğunu söyleyen bir ses duydum, hepsi bu. Yol boyu sorularıma kısa yanıtlar vermek dışında anlaşmamıza sadık halini sürdürdü. Eve geldiğimizde, kapıda kolumu tutup;

-- biliyor musun, ilk kez bir erkeğin evine girerken tereddüt ediyorum, çünkü sen ‘başka şeyler istiyorsun’ duygusunu üzerime yapıştırdın, ilk kez bir erkekten korkuyorum.

Bu sözlerinden sonra, sadece gözlerine bakıp gülümsedim, söyleyecek doğru sözcükleri seçemedim, tebessüm en iyi cevap olabilir diye düşündüm.

Geldiğimiz ev, tipik bir öğrenci eviydi, iki döküntü kanepe siyah beyaz bir televizyon, yerde eprimiş bir halı ve eski bir kitaplıkta sıralanmış kitaplar. Pencereye yakın olan kanepenin en dip ucuna oturdu, ben oturmadan çay koyma bahanesi ile mutfağa yöneldim, o ise TV’yi açmıştı. Üç haberlerini veriyordu özel bir kanal ve Diyarbakır’da öldürülen Kürt siyasetçi Vedat Aydın’ın cenaze töreninde yaşananların görüntüleri vardı, birlikte haberin bitmesini bekledik. Haberi izlerken ki dikkatimi fark etmişti, Kürt’sün değil mi diye sordu, yanıtı gözlerimdeki hüzünden belliydi zaten. Sadece kimse ölmesin dedi.
Uzun bir süre yine sessizlik gösterisi başlamıştı, bu sessizliği bozmanın zamanı geldiğini düşünüp söze girdim ve onun hakkında elde ettiğim izlenimlerimi bir solukta sıraladım ve sordum, neden? Şaşırmıştı böyle bir şey olacağı aklından dahi geçmiyordu. Sorumu cevapsız bıraktı, bir süre sonra gitmek istediğini söyledi.

Artık Temmuz ayının sonlarına geliyorduk, sınavlarım bitmiş Adıyaman’a gelmek üzereydim. Yani İzmir’de fazla bir zamanım kalmamıştı ve kendime sorduğum sorular da henüz karşılığını almamıştı. İşte zaman darlığının verdiği bir telaşla yine bir gün o bara gittim. Kendisini görür görmez masasına oturup, kendisini bir çay bahçesine davet ettim. Birlikte çıktık. Kentin en ıssız çay bahçesine, çay bahçesinin de en kuytu yerine oturup, önce sıradan şeylerden konuştuk. Sonra aniden;

--biliyor musun? Dedikten sonra sustu, konuşması gerektiğinin, bana güvenebileceğini kendimce anlatmaya çalıştım. İnanır gibi oldu, konuşmaya başladı. Daha sekiz yaşındayken dayısının kendisine önce sarkıntılık sonra da tecavüz ettiğini, bunun yaklaşık beş yıl sürdüğünü, genç kızlığını keşfedince, bir daha buna izin vermediğini ama kimseye de anlatamadığını, kendisine tecavüz eden dayısı evlendiğinde de(burası ilginçtir) dayısını kıskandığını, bundan sonra da rast gele herkesle yattığını, aslında cinselliği fazla sevmediğini fakat erkeklerle yatma güdüsünü bastıramadığını bir saatte sıraladı. O suskun, konuşmayan kızın ağzından cümleler makineli bir silahın mermileri gibi ard arda patlıyordu, gözlerinde sicim gibi akan yaşlar eşliğinde.

Şaşırmıştım, önce dayısının tecavüzüne uğrayan, sonra da dayısı evlendiği için kıskanan, cinselliği sevmediği halde erkeklerle birlikte olmaktan kaçamayan bir genç kızın öyküsü vardı. Ne yapabileceğimi düşündüm, aklıma ilk olarak nedense bir psikologa gitmesi gerektiği fikri geldi, anlamsız buldum, söylemedim. Artık gitmem gerekiyordu, vedalaşmadan sön cümlesini söyledi;

--İnanmayacaksın ama bir intikam amacım yok bu sefer, seninle birlikte olmak istiyorum...

Sessice oturduğum banktan kalktım, elimi uzattım, birden kendini kollarıma bıraktı, gözlerine yeniden baktım, nar gibi olmuştu. Tüm gücümle kucakladım ve alnından öptüm.
On adım atıp atmamıştım, arkamdan seslendiğini duydum;

--İyi yolculuklar Doğan…

Başa Dön