Hayata uyanırken tanıştım seninle... Gülümserken rengin parlak, hüzünlüyken daha solgundu. Senden uzaklaştığım anlar kendime yabancı olduğum anlardı. Seni göremediğim nokta, kendime en kör olduğum mekândı.
Sensiz anlamsızdım yani, ama sen gittiğin için değil; ben gittiğim için. Çünkü sen, ben’din.
Gözlerim ışıl ışıl olurken yanar dönerdin. Solgun hallerimde baharla birlikte uzaklaşırdın. Ben üşürken üşürdün sen de... Öyle anlarda sana dokunmak bir buz kütlesine dokunmak gibiydi. Donardım, oysa donan sendin. Ben gittiğim an sen de biterdin. Bavulunu bile toplamadan kayıplara karışırdın. Geride tek bir iz bırakmazdın...
Senden izler kaybolunca kanım çekilir, kalbim atmaz olurdu. Hayat biter karanlık başlardı. Sen güneştin, gündün, gün batımıydın. Sen kandın, hayattın, kalptin. Sen ateştin, yangındın, yanıktın. Aşktın vesselam. Çünkü sen bendin.
Sen, sen dünyaya baktığım pencere, ruhumu anlatan tek kelimem ve ruhumun rengiydin. O yüzden ya, ben kendime uzaklaştığımda sen de silinir, ve geri geldiğimde pırıl pırıl parlardın. Senle gözlerimin ışığı da parlardı. Çünkü sen benim hayata baktığım renktin. KIRMIZI... Benim rengimdin.
Aşk, tutku ve ateşin rengi kırmızı. İçimdeki ateş sönünce sen de sönüyordun... Dedim ya, benim için renkten öteydin...