Sanatçı

İnsanlık tarihi, bazı insanların bir uzakdoğu ezgisinin akıcılığında su gibi başlayan hayat hikayelerinin bir müddet sonra din savaşlarının şiddetine büründüğüne tanık olmuştur.

yazı resimYZ

İnsanlık tarihi, bazı insanların bir uzakdoğu ezgisinin akıcılığında su gibi başlayan hayat hikayelerinin bir müddet sonra din savaşlarının şiddetine büründüğüne tanık olmuştur. Çünkü bazı insanlarda hiçbir şey tekdüze bir durgunluk üzerinde ilerlemez. Bazıları için hayat karmakarışık bir iklimde vukubulan amansız bir mücadeledir. Güneş bazen olabildiğince kızdırırken toprakları az sonra şiddetli bir fırtına denizleri karaya sürükleyebilir yahut da yüce dağları örten kar kütleleri korkunç bir çığlıkla tabiatın üzerine yıkılabilir. Bu gibi kimselerde mevsimlerin ve mekanların ani ve keskin değişkenliği gibi zaman da belirsizdir. Onları bir insan ömrünün içinde geçtiği belli bir zaman kesiti içinde bulamazsınız. Dış varlıkları yani bedenleri sınırlı bir zaman diliminin parçasıdır fakat ruhları yani insanın somut varlığının, kütlesinin, bedeninin, gündelik yaşantısının ve bu maddi dünya ile bağlarının dışında kalan, düşünce ve duygu dünyası da dahil olmak üzere soyut varlığının tamamı bağımsız ve bağıntısızdır. Sanatçılar, filozoflar ve bilim adamları bu kategoriye girerler.

Sanatçı, bu dünya ile bağları en zayıf olandır. O, kendi iç dünyasında uyandırdığı başka bir boyutta varlığını ustalıkla sürdürebilir. O boyutta gördüğünü, dokunduğunu, duyduğunu ve hissettiğini ise ortaya koyduğu eser vasıtasıyla bu dünyaya aktarır. Yani sanatçı, içindeki ideal dünya ile maddi dünya arasında bir tür elçi gibi faaliyette bulunur. Gıdasını da çoğunlukla ruhundan yani doğuştan gelen yeteneklerinden alır. Eserini ortaya koymakta dış dünyanın materyalleri çok cüzi ve şekli bir rol oynamaktadır. O, deyim yerindeyse, ruhunu kağıda, tuale yahut da enstrümana aktaran bir nevi büyücüdür ve basit bir insan olarak yaratmak sıfatının izdüşümünü varlığında barındırmakla tam anlamıyla şereflendirilmiştir. Başka insanlara kıyasla böylesine özel bir tabiata sahip olan sanatçının bu konumuna rağmen kendi çağında hakettiği değeri gördüğü çoğunlukla söylenemez.

Sanatçının kendi toplumundaki yansıması öz değeri ile orantılı olsaydı, sanatçının zifiri karanlıkta aniden beliriveren bir fener gibi bulunduğu her ortamda ışıl ışıl parıldaması gerekirken gerçekte durum bunun tam tersi olagelmiştir. Çünkü onun maddi dünya ile bağlarının zayıf oluşu, her manada görüntüsüne de tesir etmiştir. Sıradan insanlar ise ancak yüzeyi görebilirler, onlar ilk etapta görüntüye önem verirler. Para, mal-mülk, mevki, fiziksel anlamdaki görünüş, özgüven tabir edilen dışa yansıyan o tavus kuşu kabartısı... İnsanların muhatabında ilk gördükleri ve onun değeri hakkında bir fikre varmalarında belirleyici olan unsurlar aşağı yukarı bunlar ve türevleridir. Sanatçılar ise istisnai olarak saçlarına, başlarına, kılık ve kıyafetlerine, içinde yaşadıkları toplumun değer yargılarına ve toplumun onlara biçtiği kıymete ehemmiyet vermişler; genellikle kendi toplumlarından kopuk ve uyumsuz bir profil çizmişlerdir. Böylelikle sanatçılar çağlarını değil de gelecek nesilleri etkilemişlerdir çoğu zaman.

Şimdi hayatının büyük bir bölümünü maddi dünyada ve bedensel yaşam süresinin tabi olduğu zaman diliminde değil de ruhunda uyanan düşler ülkesinde yaşayan, böylelikle herkes gibi bir insan olmaktan çıkıp varlığı ortaya koyduğu eserler içerisinde eriyen, neticeten eserleri kendi çağından çok daha ötelere, geleceğe uzanan fizikötesi bir ruh adamı zamana bağlı sayabilir miyiz?
***

Başa Dön