Şair ve Şiir

Şair ve şiir öteden beri çok tartışılan, sonu gelmeyecek bir konudur. Şair ve şiirin de futbol gibi tartışılacak konusu çok. Futbolun federasyonu var, bu duygu, mantık, düşünce dünyasının federasyonu henüz olmadı, olamadı. Şair ve şiiri futbolla özdeşleştirdiğimin nedeni şair ve şiirin gerçek sahibi olmadığındandır. Bu tartışma o kadar çizmeyi aştı ki, fulbolda olduğu gibi puanlamay ihtiyaç var gibi geliyor bana. Şair ve şiir önce katagorilere ayrılmalı, her sınıfın da ayrı not verilecek karnesi. Şair ve şiirin her düşünceye, her duyguya, mantığa, her beyine hitap etmesi zor olsa da, mümkün olabileceğini sanıyorum. Saygılar.

yazı resimYZ

Şair ve şiir

Şair, sonsuz bir kaynaktan seramik vazosunu yapan, gün yüzünde kurutan bir sanatçıdır. Kaynaklar yüksek yerlerde değil, krater göllerinden başlayarak, vadilerde, dağ eteklerinde, engin ovalarda, umulmayan terkedilmiş bir ören yerden bile çıkabilir. Buharlaşır, bulut olur, kanatlanır kuş olur, yağmur, gül yapraklarında damla, kırlarda çiy olur, ilkbaharda çiçek olur.

Şair vazosunu kır çiçekleri, bahçe zambakları, defne dallarıyla süslemesini bilendir. Şair aslında toplumun içinden çıkan bireyselliktir. Şair insan doğasının en mahremine şekil veren, ona biçim katan sunucudur. Bu sunu şiirin değil, şairin serüvenidir.

Kişi susadığı zaman su arar, çevresinde bulunan su yeterli değilse, kendine en yakın kaynağı arar. Bu kaynak şiirdir.

Kişi şiirin engin dünyasına, durgun denizin ince köpüklerinin sahili öpüp, geri çekildiği gibi, usul usul kendini alıştırarak girer. Sıcak yaz günlerinde denizin çekiciliği, tıpkı dişi, erkek cinselliği gibi, şair ve şiir bir birlerini çekicidirler.

Her şair alanını en çok etkilendiği alanların çevresinden başlayarak genişletir. Bu alan evrenin her köşesinde, canlı, cansız her varlığı kapsar. Şiir imgesi şairin dilinin ucundan başlar, ruhunun derinliklerine kadar gider. Bazı şair ruhunun deriliklerine izin vermese de, alanı bir yerde ruh yapısını alem, hatta kainat dersek daha doğrusu kainatla paylaştırır. Kainatın içinde doğuştan, ölüme dek nebattan, hayvana, insan dahil her canlıda bu ruh vardır. Yeter ki bu öz çıkarılsın.

Şair bu yaşamın içinden doğar. Yaşayıp da şair olmamak elde midir de diyebiliriz. İnsan uysaldır katlanır, insan hırçındır yaralar, katil de olabilir. Yüksek yargı adamı, adliyede görevli, terörist, yüksek bürokrat, milletvekili, sanatçı, zanaatçı kısaca her şey, içlerinden ahlaksızlıktan, ahlak çıkaran da vardır. İşte bu unsurları içinde şair, bir misyon sahibi, Bu görevin aşığıdır.

İnsan şiirine doğduğu yerden başlıyor, anasını, babasını sormuyor. Divan edebiyatından bugüne elbette Türk şiirin bir serüveni var. Geçilmiş yolları bir nebze de olsa tanıyoruz. Hoş tanısan da, tanımasan da, yeni yerleri görmeye, gideceğin yerlerin değerini artırmaya, gördüğün yerleri yeniden görmeye mani değildir. Daha önce gittiğimiz, geldiğimiz yerlerin de ayrı bir keyfi var. Geçmişi hangimiz yurtsamıyoruz ki.

İnsan yaşamın birçok safhasında ya şairdir, ya o düşünceyi taşır. Ulaşmak ister sıkıntısını anlatacağı, taşkınlığını yatıştıracağı, sevincini paylaşacağı, gördüklerini yansıtmak isteyeceği yerlere…

Saltanattan, Cumhuriyete geçen Türk toplumu olumlu, olumsuz pek çok günler geçirdi. Siyasetin çok çarpıcı örneğini yaşatan bu coğrafya, şairlere de kutsal bir görev vermiştir. Bu görevin en başında Nazım Hikmeti görüyoruz. Atatürk Cumhuriyeti, özgürlüğü anlatmak istemişse, Nazım Hikmet de demokrasiyi anlatmak istemiştir. Saygılarımla.

Başa Dön