Bir arkadaşım, çocukluğuna dair unutamadığı bir anısını şöyle dile getirir ve bizi inandırmak için karşımızda çırpınır dururdu: İlkokul bir ya da ikiye gidiyorum. Elimde çantam sallana sallana okul yolundayım. Bellediğim bir kaldırım vardı. Yol kenarı ve tenha. Araba geçmiyorsa eğer, oraya geldiğimde bir kaç adım geri gider sonra bir başlardım koşmaya, kaldırımın bittiği yerde bir sıçrar o asfalt yolu uçarak geçer ve karşı kaldırıma kuş gibi konardım. Her sabah o yolu uçarak geçerdim... Sen o mesafeyi ancak rüyanda geçersin, takılmalarımıza, Ben de rüya sanıyordum ama değildi. Ben o yolu uçarak geçerdim, der bizi inandırmaya çalışırdı.
Çocuklarla yetişkinleri birbirinden ayıran bir özellik de çocukların rüyalarında sık sık uçması dır. Bu özellik çocuk büyüdükçe azalır, bir yetişkin olduğunda ise neredeyse tamamen ortadan kalkar.
Biz yetişkinler, hayallerimizi, sezgilerimizi, duygularımızı her geçen gün köreltir, yerine günlük koşuşturma içinde, nasıl daha çok para kazanırız; birinin nasıl ayağını kaydırırız; yükselmek için kimleri kullanırız biçimindeki entrikalar çevirdiğimizden saflığımızı yitirmişizdir.
Sorun çocuklara: Rüyanda uçuyor musun? diye. Bakın ne diyecekler.
Çocuklar kıskanılacak kadar saftırlar. Bu yüzden rüyalarında sık sık uçarlar.
Bizler ise çoktan yitirmişizdir o özelliğimizi. Bu yüzden rüyalarımızda Yere çakılırız.
Ya yetişkin olup da rüyalarında uçanlar! Ne değerlidir onlar; bir çocuk kadar saf ve temiz!