PİKAP
Bizim çocukluğumuzun ilk elektronik aleti kocaman pillerle çalışan masa üstü radyolardı. Bizim evde krem rengi bir radyo arkasında dev gibi pili olan evin üstüne gerilmiş telden bir hattı vardı.
Anlatılanlara göre köye bu aleti ilk dedem getirmiş. Akşam olunca köylüler ajansları (haberleri) dinlemeye gelirlermiş ama bir tek babam açar kaparmış radyoyu, eğer evde babam yoksa kimse elini radyoya süremezmiş.
Kısa dalga dinlenirdi, kışları evin içinde olunca çoluk çocuk bizim de kulağımızı doldururdu haberler ve türküler.
Haberlerde açılırdı bir de. Günlük programı verirdi Ankara Radyosu, Çukurova Radyosu. O yüzden ne zaman açacaklarını bilirlerdi.
Haberler başlamadan verilen saat sinyaliyle saati olanlar yelek ceplerinden köstekli saatlerini ya da kol saatlerini koldan çıkarılır, radyoya göre ayarlanıp kurma kolları öne arkaya çevrilerek kurulurdu.
Ankara Radyosu Yurttan Sesler Korosu, ara sıra çıkan halk ozanları vazgeçilmez müzik ziyafetleriydi.
Oradan kalmadır bütün türkülerin müziklerini ve çoğunun sözlerine aşinalığım, hatta yörelerini de bilirim birçoğunun.
''Şimdi Kırşehir yöremize ait Hacı Taşandan alınan bir türkü'' diye takdim edilirdi türküler yöresi ve kaynak kişisiyle.
Tabi ki radyoların vazgeçilmez programları Arkası Yarınlardı.
Sonraları hayatımıza plakçalarlar girdi yani Pikaplar.
Abim ağaç rengi bir pikap alıp geldi eve. Pırıl pırıldı, yanında birkaç plakla.
Babam Franco'yu aratmayan bir diktatördü. Bu tür şeylere yeşil gözleri bir döndü mü uzak duracaksın. Evde faşizm var demektir.
Babam kızsa da plaklar çoğalmaya başladı; Mahsuni, Yoksuli, Meftuni, Rıza Arslandoğan, Ali Sultan bazen de Neşet Ertaş dönerdi cızırtıyla.
Yazları çimenlere özenle pikabın etrafına oturulur, en çok Mahsuni Şerif türküleri dinlenirdi. Plak değişimleri olurdu Yörüklerden. Daha çok çeşit olurdu yaz gelince fazladan plaklar dolaşırdı pikaplarda.
1973de İlkokul bitti bizi Kadirliye götürdüler. Orada ortaokula başladım. İlk yılı odunluk olarak kullanılan bir odayı temizleyip oraya yerleştirdiler beni.
Farelerle ekmeğimizi bölüşüp kardeş kardeş yaşadık.
Gerçi onlar bizden çoklardı; bizden çok yiyorlardı ama olsun ne de olsa hücrelerimiz kardeşti.
Sanırım ikinci yıl ailem de geldi babamın satın aldığı üç odalı eve tıkış bıkış yerleştik.
Arkada ahır, inekler, koyunlar bir güzel boz eşek avluya ortak olduk.
Abimin kahverengi pikabı pencere önünde ara sıra dönüp duruyordu.
Bir gün okula giderken yol kenarında birkaç tane madeni para buldum, üstünde garip şekiller vardı. Sağlamca cebime yerleştirdim, derslerde avucuma alıp okşadım. Okul biter bitmez bildiğim bir kuyumcu vardı, onun vitrininde hep böyle paralar görüyordum koşa koşa gittim kuyumcuya.
Adam bu üç madeni parayı aldı bana on lira verdi.
Ben bu parayla yan kapısındaki plakçı dükkânına daldım.
Bir türlü plak beğenemedim.
Plakçı bana Neşet Ertaş'ı dinletti. ''İki büyük nimetim var; biri anam biri yârim'' Hoşuma gitti, parasını verip aldım.
Severek eve getirip pikabı açıp yerleştirdim, plak dönmeye başladı, ama ben fırçayı yedim, kimse beğenmedi.
Plakçıya geri götürdüm ''çizmişin'' dedi almadı.
Benim on lira gitti ama o plak dinlenmezse de yıllarca diğer plakların arasında kaldı.
''iki büyük nimetim var; biri anam biri yârim''
Ne zaman Almancılar boyunlarında asılı Gurindig ya da Philips marka kasetçalarlarla geldiler işte o zaman pikaplar evlerin kullanılmayan eşyaları yanında tozlanmaya bırakıldı.
Bazen gittiğim ikinci el pazarlarında rastladığım eski pikapları seyre dalar çocukluğum dönerken görürüm o pikapların üstünde.