"Kızım olursa adını Özlem koyacağım" dedi, dolunayda yakamozları seyre dalınan bir deniz gibi ışıl ışıl parlayan gözbebekleriyle gözlerimin içerisine bakarak... O simsiyah gözleri öylesine bir mana karmasıydı ki ne ararsan ara bulurdun içerisinde. Biraz umut, biraz gizem, biraz korku, biraz acı, biraz karamsarlık. karmaşalık, sevgi, öfke... Ve hepsini bir çırpıda ezip geçen özlem! Manalar gözlerinde devir daim olurken tüm negatif ve pozitif manaların bir vazgeçilmeziydi özlem.
Sustu güzel kız, sanki söylediği sözden dolayı büyük bir pişmanlığın pembemsi izleri vuruyordu gamzeli yanaklarına. Kulaklarının arkasında topladığı dokunsan kırılacakmış gibi narin, kızıla çalan saçları ile o mana karması gözlerinin tamamlayıcıları olan incecik ve masumiyetinin en belirgin mimiklerini oluşturan kaşlarıyla sanki ünlü bir İtalyan ressamının tablosunu seyre dalarmış gibi oluyordu insan...
Sonra büzüldü ağlayacakmış gibi dudakları, bakışlarını parmakları arasında oynadığı bir kibrit parçasında odakladı:
-Benim hiç çocuğum olmayacak belki de...
Acaba hiç aynaya bakmıyormu diye geçirdim içimden. Yoksa mümkünmüydü böyle bir güzelliğe sahip olupda en ufak en ufak bir kibirlilik alameti taşımıyor olmak! Mümkünmüydü böyle başını öne eğip mütevaziliklere bürünmek?
-Evlenmeyi hiç düşünmüyor musun yoksa?
-Sen evlenirmiydin benimle?
Bu sanki basit ve bir cümlelik bir soru değilde çözümsüz bir muammaydı kulaklarımın içerisine akisleri vuran. Kaldırdı bakışlarını parmak uçlarından ve yeniden donuk, bir o kadar da şaşkın bakışlarımla birleştirdi gözbebeklerini. "Neden olmasın, imkansız olan bir şey varmıdır ki yaşamda?"
dedim gülümseyerek, başka bir yanıtının olacağını sanmadığım sorusuna.
-Benim gibi sakat bir kızla öylemi???
Neydi bu, bir muammalar zincirimi, yoksa gittikce zorlasan sorularıyla köşeye sıkıştırarak pes ettirmekmiydi beni muradı?
-Sen kendini sakat olarak mı görüyorsun?
-Haklısın, belki özürlü deseydim daha yerinde bir kelime kullanmış olacaktım. Sakatlık tabiri geçici olanları için söylenir öyle değil mi?
"Yaşam sadece yürüyebilmekle mi sınırlıdır" diye başlayıp onun algılamasıyla sadece bir teselli olacak cümlelerime başlayacaktım ki, karşımda benden üç, dört yaş küçük olmasına karşın sanki bir hitabet ustası gibi her sözüyle beni biraz daha zora sokan birisinin olduğunu farkedince sukut ederek kaçmayı tercih ediyordum.
Kendisini ve beni adeta hipnoz ettiği elindeki kibrit çöpünü yere düşürünce bir kez daha belki de mecburi olarak yüzüme bakıyor, ben ise suskunluğumun verdiği utançla başımı başka tarafa çeviriyordum.
"Sen hiç özlemlerini içinde hapsetmeye mecbur oldunmu? Hergün yüzlerce kez tekrarladığın adımlarının özlemiyle yanan insanların varlığından haberdarmısın? Ne kadar kolay, istersen şimdi kalkar yürürsün, dilediğin yerden başlar, dilediğin yerde bitirirsin adımlarını, özgürlüğündür onlar senin. Ben ise bu tekerlekli sandalye ile nereye gidebilirim? Annem her sabah beni dolaştırmaya mecbur değil ki! Bir başkasının özgürlüğünü kısıtlayarak kendini özgürleştirebilir misin? Bütün bunları seni üzmek için söylemiyorum, sadece şanslı olduğunu bil yeter.
Söyleyecek hiçbir şey bulamadığım için kendime kızıyor, artık rahatlıkla bakamıyordum o tuvallere işlenmiş yağlı boya bir şaheser tabloya benzeyen suratına.
Oysa bir bilseydi onun sahip olduğu tüm tabiatı kıskandıracak güzelliğinin özlemi içerisinde olan insanların varlığını, hem de onun gibi bir tekerlekli sandalyeye mahkum olma pahasına...
] ]