90lı yıllar. O zamanlar bir fotoğraf stüdyosunda çalışıyorum asistanım henüz. İş yeri müdürünün de bir oğlu var Sercan, o da asistan hem takılıyoruz birlikte hem çalışıyoruz. Babası iş yerinin kuruluşundan beri mevcut, babadan oğula bir silsile takip edecek belli, sonrasında Serkanın müdür olma ihtimali hayli yüksek. O zamanlar makam mevkii şan şöhret kaygımız yok. Günü kurtarmanın araklayabildiğimizi kaldırıp hasat etmenin derdindeyiz.
Bir bahar günü, kapıdan bir afeti devran girdi ki çaycısından, ışıkçısına kadar herkesin dibi düştü. Kız kız değil bildiğin ballı süt dilimi. Kız Müzeyyen, aklım başımdaysa da o an gitti zaten. Kız stajyer, bir süre çalışacak bizimle. Süre zarfında küçük sohbetler, espriler, yanaşma çabaları vs baya bi yakınlaştık biz.
Günler geçti staj bitti kız gidecek memlekete. Memleket? Aydın. Otobüs bileti alındı kızın, yolcu edilecek. Kim edecek? Tabii ki ben. Dedim oğlum fırsat bu fırsat, kız gitti gidecek. Bir daha ne arar ne bulursun. Baktım otobüs durağına kadar 60-70 metre bir mesafe var yürüyecez. Önceden de hazır etmişim bir dal gül. Topladım tüm cesaretimi uzattım gülü kıza, dedim ki Gitme, kal burda. Kız önce güle sonra bana, sonra tekrar güle baktı. Nezaketen aldı. Ağzını açınca kız, bahar gelirdi yeniden, meğer sonbaharmış sonradan fark ettim. Dedi ki kız; Ya sen çok iyi bir insansın ama benim çok vaktim yok. Zor şartlarda büyüdüm daha fazla yoksulluk çekmek istemiyorum.Ben Sercandan hoşlanıyorum, geleceği de parlak, sanırım babasından sonra o müdür olacak. Şoku atlattım içimden de Sercana sağlam sövdüm. Meğer kızın derdi başkaymış.
Tamam dedim, haklısın, ben seni yolcu edeyim. Yolun açık olsun Müzeyyen.
Şimdilerde Sercan babasının vefatından sonra bayrağı devraldı çalıştığı yerde müdür. Bense onu çoktan üçe beşe katlamış aranan bir fotoğrafçıyım.
Müzeyyen mi? Aydında köyde tütün kırıyor.