Esasen Batlamyus kuramına göre şekillenen orta çağ şark astronomisi dünyayı merkeze koyarak, isimlerini gezegenlerden alan üst üste yedi kat felek tabakasından bahseder. Buna göre, 1. katta Mâh (Ay, Kamer) feleği, sonra sırasıyla Utarit (Merkür), Zühre (Venüs, Çoban Yıldızı, Kervankıran), Mihr (Güneş, Şems), Mirrih (Merih, Mars), Müşteri (Bercis, Jüpiter) ve Zühal (Satürn) felekleri bulunur. Yine şarkın hüsn-i talil geleneği, göklerdeki bu düzen ile toplumsal hayata yön veren şahsiyetler arasında bir paralellik kurarak Güneşi göğün ve feleğin sultanı olarak düşünür. Ay onun veziri, Utarit kâtibi, Mirrih başkumandanı, Müşteri kadısı, Zühal bekçisi ve Zühre de çalgıcısıdır.
Türk edebiyatında, Mihr ü Mâh isimli alegorik aşk mesnevileri yazılmıştır. Bunlardan bilinebilen üç adedi XVI. yüzyılda Gelibolulu Âlî, Zarîfî ve Kıyasînin kaleminden çıkmıştır. Gelibolulu Âlînin mesnevisine göre güzellik ülkesinin hükümdarı olan Mihr çok bilge bir kişidir. Kadısı Bercis, silahdarı Merih, katibi Utarit, kapıcısı Zühal ve çengisi Zühredir. Mihr, tek başına gezmeye çıktığı bir gün Mâh kendisine âşık olur ve sarayının çevresinde dolanmaya başlar. Mihr durumu fark ederse de nazlanıp onu görmezden gelir. Bekçi Zühal, Husuf (Ay tutulması) adlı adamı vasıtasıyla Mâhı yakalatıp hırsız diye Bercise getirir. Kadı Bercis Mâha acımış ve ona hafif bir ceza vererek sürgüne göndermiştir. Mâh yolda Subh-ı sâdıka (Sabah aydınlığı) derdini açar. O da Mihre gidip Mâh için şefaat diler, affedilip saraya alınmasını sağlar. Ne var ki Mihrin gözdelerinden Zerre (Yıldız) onu kıskanır ve hileler kurarak tekrar şehirden kovdurur. Tam o sırada Şâh-ı Şitâ (Kış Hükümdarı) Mihrin ülkesini istila eder. Zerre o kargaşada Mihri kaybeder ve esirler arasında Mihr ile Mâh karşı karşıya gelirler. Mâh, Mihre karşı samimi aşkını dile getirerek iki sadık âşık vuslata ererler. Bahar gelince de Mihr yeniden ülkesini ele geçirir ve Mâh ile mutlu olurlar.
***
Mihr ile Mâh, bir kadın adı olmak bakımından tarihlerimizde en asil hayatlarını Mihrimâh (aslı Mihr ü Mâh veya Mihr-Mâh) Sultan ile yaşamışlardır. Kanuni ile Hürrem Sultanın biricik kızları ve ünlü kehle (bit) hikâyesinin kahramanı Rüstem Paşanın eşi olan Mihrimâh, sarayda özel eğitim görerek Türk-İslam kültürüyle yetişir ve bir yandan babasının kendisine tahsis ettirdiği haslar, diğer yandan kocası Rüstem Paşanın kaynağı tartışmalı büyük servetine sahip olarak çok zengin bir hayat sürer. Osmanlı kadınları içinde onun kadar zengin başka bir hanım sultan yahut sultanzade yoktur.
Mihrimâh Sultan, adındaki güneş ve ayın ışığını hemen daima sevaba çevirerek yaşamış ve günlük geliri iki bin altın olan ünlü servetini başta İstanbul olmak üzere devletin dört bir yanına çil çil altınlar gibi saçtığı hayratıyla, imar faaliyetleriyle tarihe mâl etmiştir. Zinhâr kefenin cebi mi var?!..
Mihrimâh Sultanın en ünlü iki eseri, İstanbulda kendi adına yaptırdığı iki külliyedir. Her ikisi de Mimar Sinan yapısı olan bu külliyelerin biri Üsküdarda, diğeri de Edirnekapıdadır. Üsküdar sahilinde, bugünkü iskelenin hemen yamacına yaslanmış duran Mihrimâh Camii ve Külliyesi (1) ile Edirnekapısındaki tepeden şehri seyreden Mihrimâh Camii ve Külliyesi arasında düz bir çizgi çekilse, biri diğerinin tam doğusunda, öteki de bunun tam batısında olarak görülür. Şüphesiz bu iki cami yapıldığı tarihlerde birinin minaresinden diğerini seyretmek mümkün olmuştur. Üsküdardaki camiin 1548de; diğerinin de 1565te bitirildiği göz önüne alınırsa Mihrimâh Sultanın ilk camiini, şehrin doğu cephesinde bir Mihr; ikincisini de onun tam batısında bir Mâh olarak düşündüğüne inanmak isteriz. Böylece Mihr ü Mâh, şehri bir uçtan diğerine kuşatmış, kollarının arasına almış olacaktır.
Ve nisan günlerinde güneş, Üsküdardaki Mihrimâh Camiinin minareleri arasından doğarken; dolunay, Edirnekapısındaki Mihrimâh Camiinin minareleri arasında kaybolur.
(1) Turgut Cansever Hocanın anlattıklarına göre; bir dönem, Üsküdar Mihrimâh Külliyesinin sırtlarında yer alan Sultan Tepesinde yaptırılacak evlerde, pencerelerin, şehrin diğer semtlerindeki ölçülerinden 2/3 oranında küçük yaptırılması şartı konulmuş. Böylece şirin bir maket gibi duran o nazenin mimari ihtişam kazanır ve olduğundan daha büyük görünürmüş. Atalarımızın Sinana ve Mihrimâha saygısı böyle olsa gerek.