Kurban, Arapçadan Farçaya oradan da Türkçeye geçmiş bir sözcük olup genel anlamda literatürde yaklaşmak, mesafesiz kalmak, yakın olmak gibi anlamlara geldiği gibi dini bir terim olarak da kulluğun sembolü adı altında belli şartlar dahilinde uygun görülmüş günlerde hayvanın kesilmesi merasimine verilen isimdir. Kurban edilecek hayvanın da emredilmiş niteliklere sahip olması gerekir. Aksi takdirde ciddiyet ve hassasiyetin ortadan kalkmasıyla bu ibadet, kutsallığını yitirmiş olacaktır.
Yaradana yakın yakın olmak, öze dönmek, ruhun güzelliklerine gölge olmuş tüm maskelerden kurtularak Hakka yürümek, varlığımızın fıtrat noktasındaki ıspatıdır. Kulluğa yakışır bir şekilde ve vahdet sancağı altında din gününün sahibine tam bir teslimiyet haline bürünmek, oluşumuzun bir gerekçesidir. Kurban kesme inancını, islam haricindeki birtakım dinlerde ve ideolojilerde görmek de mümkündür. Her ne kadar bu hususta ortak noktalar sözkonusu olsa da amaç ve süreç itibariyle farklılıkların baş göstermesi, kurban ibadetinin hangi amaçla yerine getirilmesi gerektiği önem arz etmektedir.
Yüzyıllardır süregelen kurban kesme eylemini sadece hayvanı boğazlamak olarak gerçekleştirenler, batılın hain tuzaklarında boğazlanmış bir şekilde yok olup gitmişlerdir. Aynı itibarla kurbanı sadece kan akıtmaktan ibaret görenler de insan kanına susayarak vahşetin göbeğinde zalimane bir hayatı tercih etmişlerdir. Dinin yanlış anlaşılması veya yanlış anlama isteği sonucunda insanlık dışı tablolarla sarsılıp kalıyoruz. Nitekim tarihin her safhasında olduğu gibi çağımızda da benzer gayri islami girişimlerin olması problemlerin temelini oluşturmaktadır. Zulmün hakim olduğu iklimi değiştirmek için Allah(c.c)ın sünnetine sarılmak ve bu anlayışla hareket etmek kurtuluş reçetesidir. İnanç ile ibadet doğru orantıda olmalıdır. Yani inanılan ile kulluk edilenin tek ve bir olması gerekir.
Kurban ibadeti, Hz Ademden başlayarak günümüze kadar vuku bulmuş ve kıyamete kadar da bu şekilde devam edecektir. Ancak hemen hemen her ibadette olduğu gibi kurban ibadeti de hem yanlış tanımlanmakta hem de yanlış zihniyetlerin kurbanı edilmeye çalışılmaktadır.
Birtakım ayetlerin görmezden gelinmesi ya da ayetlere yanlış anlam yüklenilmesi sonucunda farklı anlayışlar ortaya çıkmakta, bu anlayışların kurbanı olan nice masum insanlar, katledilmekte ve hayat sahnesinden silinmekteler. Ne yazık ki kurban ibadeti de bu şekilde izaha getirilmeye çalışılmıştır. Geleneğin öne sürdüğü din anlayışına göre kurban, bir rüya sonucunda ibadet halini almış ve bu rüyanın başrolüne konumlanan baba-oğul hikayesi de fedakarlık ve teslimiyet imgeleriyle ün kazanmıştır. Her ne hikmetse bu hikaye, müslümanlara da sirayet etmiş ve onlar için çıkış yolu olmuştur. Allah(c.c)ı doğru bir şekilde anlayan bir birey, böyle mitolojik hikayelere asla itibar etmez ve hayatını da Kuranın objektifliğinde devam ettirir.
Özet olarak kurbanla ilgili ön bilgi verdikten sonra şimdi de Kurban ibadetinin doğru anlaşılması hususunda bu ibadete Kuran ışığında ayrıntılı bir şekilde değinmek isterim. Kurban nahr, nüsuk, zibh, kurban ve hedy olmak üzere beş farklı isimle Kurana konu olmuştur. Maide 27. ayette geçen: Onlara, Ademin iki oğlunun haberini doğru olarak anlat! Hani onlar birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, kıskançlık yüzünden: Andolsun ki seni öldüreceğim demişti. Diğeri de: Allah, ancak takva sahiplerinden kabul eder demişti. ifadedelerden anlaşılıyor ki Kurban ibadetinin Hz Ademden yana var olduğu ve aynı zamanda bu ibadetin üstün takva ile Allah(c.c) için eda edilmesi gerektiği inancı hakimdir. Kurandan uzak bir yaşam tarzı içerisinde olanlar, bu ayetten bağımsız bir anlayışla kurbanı Kurandan anlamaya çalıştıkları için Hz. İbrahimin Saffat Suresinde geçen rüyasına dayanarak bu ibadetin Hz. İbrahim döneminde vücut bulduğunu iddia etmektedirler. Halbuki surede geçen olayın sadece rüya olduğu ve o ayetlerde de insan katlinin önüne geçilmesi için kurbanlık hayvan takdim edildiği beyanı, Allaha hizmet eden her akıl tarafından malumdur.
Konunun daha net bir şekilde anlaşılması açısından Saffat Suresinde konuyla ilgili geçen ayetleri zikretmek ve bu ayetlerin nasıl anlaşılması gerektiğini dile getirmek daha makul ve açıklayıcı olacaktır. İlgili ayetler şu şekildedir: (İbrahim): Rabbim! Bana hayırlısından(bir evlat) bağışla dedi. Biz de Ona yumuşak huylu(uysal) bir çocuk müjdeledik. (Babasının) yanında koşacak(yürüyecek) çağa erişince (İbrahim): Yavrucuğum! Rüyamda seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, sen ne dersin buna? (Oğul): Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap! İnşaAllah beni sabredenlerden bulacaksın dedi. Böylece her ikisi de teslimiyet gösterdiler ve babası Onu yan üstü yatırdı. Biz, Ona şöyle seslendik: Sen kesinlikle rüyanı doğruladın; Biz işte iyileri böyle ödüllendiririz. Şüphesiz bu, büyük bir imtihandır. Biz de kurtuluş olarak Ona büyük bir kurbanlık verdik. (Saffat/100-107). Bu ayetlere bakıldığında Hz. İbrahime bir evlat bağışlandığı ve bir müddet sonra da Hz. İbrahimin rüya gördüğü, rüyaya nisbeten bir eylemde bulunduğu daha sonrasında da rüyaya olan teslimiyet sonucunda Onun müjdelendiği, açık bir delille görülmektedir. Ayetlerin ne berisinde ne de sonrasında Hz. İbrahimin Allah(c.c) ile ahitleştiği saçmalığı asla geçmemekte, böyle bir konu dahi ayetlerde yerini almamaktadır.
Aklını ve benliğini şeytanın oyunlarına maşa kılmış kişiler, ayetlerin nüzul sebeplerine farklı kılıflar giydirerek ayetleri çok farklı ve bir o kadar da akıl dışı yerlere çekme eğiliminde daima bir adım önde olmuşlar; adeta iftira tohumuyla kök salmaya devam etmişlerdir. Rüyanın sebebi olarak Hz. İbrahimin daha önceki yaşantısından dolayı evladını kaybetme korkusu gibi benzer niteliklere sahip psikolojik rahatsızlıkların rüyada kendini gösterdiğini söylemek yanlış olmasa gerek. Allah(c.c)ın, İbrahime İsmailin kesilmesine yönelik bir emri asla olmamış ki öyle bir durum olmuş olsaydı Allah(c.c.), vadinden asla dönmez ve İbrahimi engellemezdi. Bu ayetleri islami bir bilinçle ele almak istemeyenler, Allah(c.c)ın, insan kanının dökülmesini emrettiği dolayısıyla aynı doğrultuda da kararından vazgeçtiği iddialarıyla sadece kendilerini ve yandaşlarını kandırmakla yetinmişlerdir. Başka bir ifadeyle İbrahime yönelik Allah(c.c)ın bir emri olmuş olsaydı İbrahim, oğluna danışma gereği duymadan emredilen hükümleri hemen uygulama mükellefiyeti içerisinde olurdu.
Kuranın birçok ifadesinde suçsuz yere insan kanını akıtmanın yasak olduğu, haddin aşılmaması gerektiği gibi telkinler olduğu halde Allah(c.c)ın Hz. İbrahime imtihan gereği İsmaili kesme emrinde bulunduğu türden yaklaşımlar ve yakıştırmalar, Allah(c.c)a büyük bir iftira ve haksızlıktır. Eğer görülen her rüya vahiy kaynaklı olsaydı insanlar müjdeye nail olmak adına gördükleri her rüyayı hayata geçirme girişiminde bulunur ve bu şekilde de hayat, çekilmez hale gelirdi. Allah(c.c), doğru bir şekilde anlaşılmadığı için özellikle Ortadoğu ve daha başka birçok islam ülkeleri kan gölüne dönüşmüş; insanlık, ayaklar altına alınarak hayvan yerine insanlar kesilip biçilen kurbanlıklar haline gelmiştir. Aynı şekilde ölen ve öldürülenlerin ekseriyetinin müslüman olması da açıkçası utanç vericidir.
Allah(c.c), Hac Suresi 37.. ayette kurbanların ne etleri ne de kanlarının kendisine ulaşmadığını, aslolanın takva olduğunu bize açık bir şekilde izah etmektedir. Takva sahipleri de Allaha ortak koşmayan, Allah için yaşayan, güzel ahlak ile hayatını idame eden, kulluğun yalnızca Ona olması gerektiğinin bilincinde olan aklı selim sahibi kimselerdir. Toplum temelinin inşası konumunda olan böyle bir mevzuyu -daha güzel ve anlaşılır bir tarzda okuyanlarda yer edinmesi için- sade bir üslupla kaleme almayı uygun gördüm. Rabbim, bizleri Hakkı Hakk bilip batıldan yüz çevirenlerden eylesin. Bu temennilerle islam aleminin mübarek Kurban Bayramını tüm samimiyetimle kutluyor; barış, huzur ve kardeşlik dileklerinde bulunuyorum.