Kraliçeler ve Sultanlar

Doğu-İslam toplumlarında kraliçelik gibi bir kurumun olmayışı kadının dinsel gerekçelerle aşağılanmasının en önemli göstergelerinden biridir. Padişah anaları ya da karılarının Osmanlı sarayında çevrilen dolaplarda bir hayli etkili olduğu doğrudur. Ancak, bu Osmanlının iç ve dış politikasını kapsamaz ve haremdekiler Valide Sultan mertebesine bile yükselseler Batıdaki kraliçeler kadar etkin ve saygın konumda olamazlar.

yazı resim

Özellikle Hristiyanlığın Roma İmparatorluğunun resmi dini olarak kabul edilmesinden sonra ve Meryem Ananın azize olarak yüceltilmesiyle Avrupada Kralların ın yanı sıra Kraliçeler de büyük yetkilerle donatılmış, ülkeleri yönetmişler, dünya siyasetinin belirlenmesinde önemli roller üstlenmişlerdir.

Böylece Avrupada erkek egemen toplum düzeni kısmen de olsa kırılmış, bilim, sanat, edebiyat ve siyasette bir çok kadın en az erkekler kadar hatta bazan onlardan da başarılı- yetenekli, bilgili ve başarılı olunabileceğini ortaya koymuşlardır.

Doğu-İslam toplumlarında kraliçelik gibi bir kurumun olmayışı kadının dinsel gerekçelerle aşağılanmasının en önemli göstergelerinden biridir. Padişah anaları yada karılarının Osmanlı sarayında çevrilen dolaplarda bir hayli etkili olduğu doğrudur. Ancak, bu Osmanlının iç ve dış politikasını kapsamaz ve haremdeki kadınlar Valide Sultan mertebesine bile yükselseler Batıdaki kraliçeler kadar etkin ve saygın konumda olamazlar.

Bu gerçek Muhteşem Yüzyıl isimli TV dizisinde de açıkça ortaya çıktı. Evli olup olmadıklarına bakılmaksızın fetih, yağma ve çapul ile Avrupadan toplanan ve köle statüsüne indirgenen tamamı gayrimüslim kızlarla oluşturulan, sadece padişah ve şehzadelere tahsis edilmiş bulunan, ve bunlar dışındaki tüm erkeklerin hadım edildiği harem in nevi şahsa mahsus bir damızlık genelev den başka bir şey olmadığını ve Osmanlı hanedan erkeklerinin haremdeki kadınlarla istedikleri gibi gönül eğlendirdiklerini, takiye, ikiyüzlülük ve riyanın prim yaptığını gördük.

Haremdeki kızlar şark usulü cilve yapmasını öğrendikten sonra salt cinsel cazibelerini kullanarak ve kadınsı entrikalar çevirerek padişahın gözüne giriyor, onun gözdesi oluyor, bazen de köle konumundan çıkıp güya özgür oluyorlar, bir sürü çirkin ve kirli oyunun içine giriyorlar.

Böyle bir yaşam tarzı da -yani köleci feodal toplum düzeni- Türk toplumuna neredeyse ideal bir yaşam biçimi olarak sunuluyor, ve bir çok erkek, kız ve kadın harem hayatının hayalleri ve Osmanlı tarzı bir yönetim şekli ile yanıp tutuşuyor. Ne kadar acıklı bir durum olduğunun farkında değil miyiz hanımlar, beyler ?

MUHTEŞEM SÜLEYMAN VE MUHTEŞEM GATSBY
Muhteşem Süleymanın haremdeki Rus bir köleye aşık olması, onu has kadını ve sultan yapması, ona özgürlük verip onunla evlenmesi ve erkeğin istediği an kadının boynunu vurdurma yetkisi olması. Yani tüm bunlar yüz kızartıcı, etik ve ahlak dışı değil mi? Bundan daha büyük bir ahlaksız olur mu? Osmanlının her şeyinin palavra, özenti, taklit ve kopya olduğu gibi Osmanlının aşkı da palavradır, içi boştur, seviyesizdir, ikiyüzlüdür, uçkura endekslidir, ahlak dışı çıkar ilişkilerine dayanır. Osmanlı hiçbir zaman romantik olamamış, romantik aşkın ne olduğunu bilememiş, anlayamamıştır. Tabi doğu toplumları da.

Scott Fitzgeraldın ünlü Muhteşem Gatsby (The Great Gatsby) romanındaki Gatsby, Ferhat gibi dağları falan değmez. O tüm servetini ve yaşamını sevdiği kadını elde etmek için feda etmeyi göze almıştır. Sonunda onun uğruna ölümü göze alır ve sevdiği kadının işlediği ağır suçu da üstlenerek kendi sonunu hazırlar.

OSMANLI SENDROMU
Bir koyup iki alacağız mantığıyla ülkeyi I. Dünya Savaşına sürükleyen Osmanlı Hükümetinin beyin takımı Başbakan Talat Paşa, Milli Savunma Bakanı Enver Paşa ve Donanma Bakanı Cemal Paşa, Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasından iki gün sonra, 2 Kasım 1918de, Alman denizaltılarıyla apar topar yurt dışına kaçtılar. 1923 yılında ise Osmanlı hanedanlığı bir İngiliz savaş gemisiyle bu toprakları terk ediyordu.

Osmanlı Devletini savaşa sürükleyen paşaların Alman denizaltılarıyla nasıl kaçtıklarını, Hanedanlığın da bir İngiliz zırhlısıyla ülkemizi nasıl terk ettiğini unutmayalım. Onlar arkalarında mağlup, perişan, baştan başa yanmış, yıkılmış, aç sefil insanlarla dolu bir ülke bırakmışlardı. Atom bombalarıyla savaştan yenik çıkan Japon devlet adamları ise harakiri yaptılar. Yoksa onur, erdem ve aşk konusunda Osmanlı'yı mı örnek alsalardı?

Başa Dön