Yerin altından gelen gürültüler. Soğuk. Büyük bir sarsıntı. Korku, endişe. Karanlık...
Saniyelere yılların sığması mümkün müdür? Kırk yıllık bir ömrün, sadece on saniyede yaşanması? Önce bir gürültü gelir aşağıdan. Sonra bir sarsıntı ve kırk yıl yaşlanır insan. Aklın tozlu raflarında kalmış bir anı defteri açılır. Unuttuğumuz o insan gelir aklımıza. Korku eşliğinde bir şeyler söyler ve on katlı bina, bizi de içine alarak yıkılır.
Karanlık...
Kırk yıl geçmiş sanar insan, tam kırk yıl. Yaşlanmış sayar kendini, ölümü hisseder ensesinde. Sonra bir ses:
- Kimse yok mu? der.
Karanlıkta güneş açar bir an. Fidanlar filizlenir, ağaçlar çiçcek açar. Sese ses vermek istersin, dilin damağın kurumuştur. Etrafındaki beton yığınlarına vurursun. Seni yuttuğu gibi sesleri de yutar beton. Ağaçlar yaprak döker. Didinirsin, çabalarsın ve en sonunda:
- Yardım edin! dersin.
Taşlar kalkar üstünden, bir ışık süzülür oluktan içeri. Ağaçlar meyve verir. Bir el görürsün sonunda. Meyveler olgunlaşmıştır. Ve güneşi hissedersin alnında, çıkarırlar seni. Büyük sevinç çığlıkları duyarsın. Günler sonra kendine gelirsin. Dillerde hep aynı söz vardır:
- Kötü mühendisler, alçak müteahitler.
Ölen onlarca insan vardır. Sen buruk bir mutluluk yaşarsın...