Türkiye Başkanlık seçiminin ilk turu Cumhur İttifakının zaferiyle bitti. İkinci turda belli ki halk tercihini yine Erdoğandan yana yapacak. Ayın 28inde gerçekleşecek ikinci tur seçimlerine az bir zaman kala %5,4 oy alan Sinan Oğanda Cumhur İttifakına destek vereceğini açıkladı. On altılı masa da yanına Ümit Özdağı aldı. Bu katılımından sonra, Özdağın, Kılıçdaroğlu için söylediği sözler sosyal medyada alay konusu oldu Evet, On altılı masacılarla Cumhur İttifakı arasındaki seçim yarışı tam gaz devam ediyor.
Olaylara tepeden bir bakınca bu yarış ve mücadelenin, aslında bir tek, milli aktörü var o da AK Parti Genel Başkanı, Başkan Recep Tayyip Erdoğandan başkası değil. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise, bu seçimde sahne alabilecek bir maşa, naylon bir liderden öteye gidemiyor. Kimliğini ve kişiliğini, sadece ve münhasıran Erdoğan'nın mefhum-u muhalifi olmaktan alan bu göstermelik konumu onun muhalefetini de sadece Erdoğan'ın mefhum-u muhalifi olmaktan öteye taşıyamıyor. Elbette insan, kimlikli, kişilikli ve şahsiyetli bir muhalefettin olmasını arzu ediyor ama maalesef değil Zira kendi kitlesi bile Kemal Beye oldukça kızgın!
Türk siyasi tarihinde bu zamana kadar gerçekleşen tüm önemli meseleler ezelden beri hep bir liderler seviyesinde şahsileştirilme temayülü göstermiştir. Tıpkı 1950 - 1960 siyasi mücadelede esas aktörlerin, rahmetli Menderes ile İnönü arasında gerçekleşmesi gibi. Bugünki durum elbette birazcık farklı olsa da durum tam olarak buna dönüşme eğilimini gösterdi diyebilirim. Nasıl mı? Ülkenin her alanda ilerlemesi ve gelişmesini isteyen Cumhur İttifakı ve ülkenin Batının kontrolünde hayat sürmesini isteyen Millet İttifakının siyasi yarışı genel ve kamusal bir mesele olmaktan çıkarak Erdoğan ve Kılıçdaroğlu'nun yarışına dönüştü. Bu yarışta Millet İttifakının Erdoğan aleyhtarlığı ve yalan siyaseti açık ara önde gidiyor. Bu iki isme oy veren halk da ya Tayyipçi ya da Kemalci olmak zorunda kaldı. Dikkat ederseniz liderler seviyesinde şahsileştirme deyişimin bir sebebi var. Bunu size bir örnekle izah etmek isterim...
Efendim, 12 Eylül 1980'deki faşist darbeden sonra ressam ve netekim Kenan Evren Paşamızın yüksek müsaadeleriyle güdümlü bir demokrasiye geçilmek istendiğinde, karşısına çıkacak ve lider vasfı taşıyan bir tek Turgut Özal vardı. Ne sivil memur ve ruhsatlı sosyal demokrat Necdet Calp'ın (bildiğiniz gibi, Calp, emekli vali idi!) ne de askeri memur ve icazetli muhafazakâr demokrat Turgut Sunalp'ın (o da bildiğiniz gibi, emekli orgeneral idi!) lider vasfı yoktu. İkisi de Özal'la yarışacak çapta kişiler değillerdi! Ama 12 Eylül cuntasının, Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasi geleceğini dizayn etmedeki devletçi tavrına dikkatle baktığımızda cunta, Türkiye demokrasisini, asker ve sivil bürokratlara, yani Calp'a ve Sunalp'a teslim etmeyi kararlaştırmıştı. İktidara Calp'ın ya da Sunalp'ın gelmiş olması, cunta için çok da önemli değildi. Nihayetinde demokrasi ister asker ister sivil olsun fark etmez, her iki durumda da bürokratik vesayete emanet edilmiş olacaktı.
Diğer taraftan Turgut Özal ise Türk halkının büyük desteğiyle 12 Eylül faşizminin bu meşum ve sakim planını yerle yeksan etmişti. Özal iktidarı, Türkiyede Kenan Evren cuntasının icadı olan Çift Partili Bürokratik Vesayet Projesinin, demokrasi imiş gibi yutturulmasına, halkın özgür iradesiyle indirilmiş en büyük darbelerden birisi olarak Türk siyasi tarihine yazılmıştı. Üstelik bu darbe en sivil darbelerden biriydi!
Ulusalcı Kemalist takımı bile 12 Eylül 1980in, Çift Partili Bürokratik Vesayet Projesinin, rahmetli Turgut Özalın Anavatan Partisinin (ANAP) cuntaya rağmen iktidara gelmesinden hayırlı dersler çıkarmayı bilmişti. Önce, hayatta hiç memuriyet yapmamış olan Deniz Baykala beceremiyorsunuz diyerek Kılıçdaroğlunu CHPyi tedvire memur etmişlerdi. Tıpkı Calpın ve Sunalpın Çift Partili Bürokratik Vesayet Projesini tedvire memur edilişleri gibi ondan (Kılıçdaroğlundan) bir lider çıkarmayı denemeleri gibi Ama 1980lerin Necdet Calpı ya da Turgut Sunalpı ne kadar lider idiyse işte bugün Kemal Kılıçdaroğlu da ancak o kadar lider olabilirdi! Bugün beş yaşındaki aklı selim çocuklar bile Kemalin sözüm ona liderliğini, Erdoğanın mefhum-u muhalifi olmaktan kazandığını gün gibi bilir.
Dahası, Ulusalcı Kemalist Bürokratik Vesayetçiler o dönemde Kılıçdaroğlunun Başbakanın mefhum-u muhalifi olmasının işe yaramadığını görüp, halkı bir Tayyip Erdoğan ve AK Parti düşmanlığına karşı kışkırtmışlardı. Ortalık, ağzından salyalı köpükler saçan Şu Tayyipin ipini ben çekeceğim! diyenlerle ve Bu halk Tayyipi iktidara getirecek demiş, AK Partiden ve Tayyipten ancak İsrail yardım ederse kurtuluruz! diye konuşanlardan geçilmez olmuştu. AK Partiden kurtulmak(!) için İsrailden, Batıdan medet ummak! Ve Başbakanı ipe çekmek!, yargılamak! evet işte bu söyleme bir ağızdan söyleye söyleye neticede alıştılar bunu söylemeye
Seçimin ikinci turunun öncesinde tüm solun vardıkları nokta, maalesef, budur! Kemalciyim! diye düşünen sağduyulu tüm dostlarıma, arkadaşlarıma ve okuyucularıma duyurulur!
Kalın sağlıcakla