"Bunlar da pişti nine!...Ben soymaya başlıyorum hadi sen dünkü masalın devamını düşün..."
Hayatımın en doyumsuz anlarıydı onlar. Bir tabak kızarmış, soyulmuş kestane ve ninem... Dışarının buz gibi havasına rağmen ninemin o eski kömür sobalı odası ve sıcaklığı... Saatlerce ağzım açık, ninemin dizinin dibinde dinlediğim "tek gözlü dev" masalları...
Her şeyden önce eski kömür sobasına bir iki parça odun atılırdı.Ben odunları getirirdim, ninem de sobaya doldururdu. Ve en sevdiğim şeyi söylerdi sonra,
"Biz sobayı besleyelim ki, sonra o da bizi beslesin..." Çünkü bu, birazdan nar gibi kızaracak kestanelerin habercisiydi benim için. Sonra kestaneleri getirir, bir bir çizerdik. bunun da sebebini açıklardı ninem,
"Güzel koku kestanelerin dışına çıksın da melekler evimize gelsin." Sobanın üstüne attık mı da onları, meleklerin gelişini izlerdik beraber. Yatardım ninemin kucağına ve bir gün önceki masalın devamını beklemeye başlardım. Ne güzeldi o sabırsız bekleyiş... Bir yandan kokusu yavaş yavaş yayılan kestanelerin, bir yandan masalın sabırsızlığı canıma tak dediğinde de, kalkar ninemin üstüne atlayıverirdim. Zavallı ninem, nasıl da severdi beni... "Bana vurman değil, kucağımdan kalkman üzer beni" derdi. Ben de masalın sonuna kadar hiç kıpırdamazdım yerimden.
Ninemin dudakları her kelimede hayallere açılan birer kapıydı bende. Dinledikçe dalıp dalıp giderdim uzaklara. Benim hayatıma ne zman girecekti o tek gözlü devler, belki de bunu düşünürdüm. Sonra âniden gözlerimi açar, sorardım:
"Nine...' Peki o tek gözlü devler hâlâ yaşıyorlar mı? Gelirler mi buraya da?..." Başımdaki elinin şefkatiyle ve gözleriyle yüreğime doldurduğu şefkatiyle yüzüme bakıp:
"Eğer sen, tek gözlü devin evindeki çocuk gibi yaramazlık yapar ve iyi bir insan olmazsan neden gelmesinler..."
Masal beş dakikalığına ara verir, kestaneleri çevirirdik sonra. Ne de güzel kokarlardı. Tadından çok, kokusu doyururdu insanı. Hatırlıyorum da ninemle ilk defa kestane pişirdiğimizde maşa kullanmadan elimle alıvermiştim de parmağım nasıl da kabarıp, su toplamıştı. "Bak melekler elin yandı diye ağlamış, gözyaşları da parmağına dolmuş" demişti ninecim...
Şimdi düşünüyorum da ne güzel günlermiş onlar. Ninemin masalları, odun sobasının kestaneleri, meleklerin gözyaşları... Ya melekler ağlamıyor artık hiç, ya da benim parmağım odun sobasında pişmiş kestanelerden yanıp, su toplamuyor... Ya ninemin dizine yatıp masallarını dinleyemiyorum, ya da sağır olmuşum, duyamıyorum... Ne olmuşsa olmuş, bilmiyorum, anlayamıyorum, ama birileri sanki bizim kestanelerimizi çalmış... Ya da odun sobasını üstüne bir kova soğuk su dökmüş birisi... Artık ne kestanelerimiz pişiyor, ne de onların kokusuna melekler evimize geliyor...