“Ve ben yine de inanıyorum ki, tek bir insan bile yaşamını bütünüyle ve kana kana yaşayabilseydi eğer, her duyguya biçim, her düşünceye anlatım, her düşe gerçeklik kazandırılabilirdi. Gelgelelim aramızda en cesur olanlar dahi kendi kendilerinden korkmaktalar. Ruhlar, kendilerine yasakladıkları şeyler yüzünden hastalanmakta…” Oscar Wilde’in yazdığı Dorian Gray’de Lord Henry tarafından dillendirilen bu sözler, yaşanmamışlıkların ifadesi, bireysel yaşama kültürünün eritildiğinin, tutkunun köreltildiğinin ifadesi aynı zamanda.
Bir toplum içinde yaşamak, bir yere ait olma isteği bir çoğumuza kendini unutturdu. Toplumsallık, insan olmanın birarada yaşamayı mümkün kıldığı; ancak bireyin kendisine yabancılaşması anlamında olumsuzluğu içeren bir kavram gibi algılanmaya başladı.
Etik açıdan ele alındığında, bireyin kendini yaşamasının bencillik olarak düşünülmesi olasıdır. Ancak, bir toplumu oluşturan her birey önce kendini eğitir, kendi ruhunu doyurursa, daha sağlıklı toplumlar oluşacağını düşünüyorum. Burada dikkat çekmek istediğim, bireyin bu yaşamı bencillik olarak algılamamasıdır. Çünkü, kendini yetkinleştirebilmiş her birey, sağlıklı toplumların oluşmasına büyük katkılar sağlayacaktır. Bu açıdan kendini yaşamak egoistliğin çok ötesinde kaliteli bir yaşamın felsefesidir.
Önce kendini düşünmek değil, yine toplum için önce kendini eğitmek, kendini dinlemek ve anlamaktır kendini yaşamak. Kendini tanımayan bir insan, ne topluma ne de kendisine bir şey veremez; yaşanmamışlıkların pişmanlığını duyar sadece.
Hiç kendinize sordunuz mu : “Ben kimim, ne istiyorum?” İstediğiniz önemli, çünkü beklentileriniz doğrultusunda yaşar ve buna önem verirseniz en başta kendi mücadelenizden galip çıkmış olursunuz. Kendiniz ve bizim için bir şey yapın: Kendinize kulak verin, sezgilerinize güvenin. Sizi siz yapan şeylerin farkına varın.
Kendini Yaşamak
Tutkuların eritildiği, ruhların köreltildiği bir toplumda kendiniz olarak yaşamak ya da kalmak...