Sınırlanamazlığın duygusal döngüsünü meydana getiren aşkın, “bugün başlayıp bugün biten” bir ana dönüşmesi bize neyi gösterir?.
Sonsuzmuş gibi görünen “aşk” kavramının tükendiği ana gelmiş bulunmaktayız.
Yalnızlaşmanın keskinleştiği çağımızda partnerler arasında oluşan devasa uçurumun kaynağı, gelişen teknolojiyle birlikte artan iletişim olanaklarının, bireylerde birlikteliği artırması yerine tam tersi bir etki yaratmasıdır.
Yalnızlaşımın biçimlendirdiği tinsel durumlar, tek yaşamanın rahatlığını bireylerde duyumsattığı için, insanlar hoş sohbet bir ortam yerine iletilerle, karşılıklı ekran görüşmeleriyle yetiniyorlar.
Çaresizliğin dizginlenemediği, ruhların özgürleşemediği, tüketim çılgınlığının arttığı, insanların birbirini göremediği, görmek istemediği, yüreklerin karardığı zaman köprüsünden geçiyoruz.
Bağlanma korkusuyla devinen yürecikler, davranışsal ve sosyal dengenin bozulduğu bu köprüde bir hayalet gibi birbirlerinin yanlarından geçerken herhangi bir elektiriksel bir etki bile duymak istemiyorlar.
At gözlüğüyle ilerledikleri ve aynada sadece kendilerini gördükleri için ürkekleşip bir cendere içinde sıkışıp kalıyorlar.
Kendileri içindeki aşk kudretini görnek istemeyip başka şeylere, gereksiz, faydasız şeylere meylediyorlar.
Kalbin her atımından doğan umutsal vurguyu duyup ama aldırmıyorlar, sadece susuyorlar.
Karacaoğlan, “ Ölümden korkup da gününün sayan, ölür gider yar koynuna giremez” derken “zaman “ın önemini vurgulayıp bir an önce sevginin dolu dolu yaşanmasının gerekli olduğunun belirtmiştir.
Diyeceğim şu ki:
Kendi içimizdeki sevgiyi boğazlamak yerine paylaşmak daha elzemdir. ]