Adını bilmediği sahil kasabalarında kayboluyordu gölgesiyle bir başına.
Eskimiş bavulunda taşıdığı aklı firarda.
yüreği anadan üryan, fikri çırılçıplak.
Bir kadının gözyaşları dolduruyordu tozlu yollardaki ayak izlerini.
Deniz deniz tütüyordu burnunda yitik aşklar ,
Ihanetler parıldıyordu bir oltanın ucundaki balığın pullarında.
Ve bir balığın cırpınışlarında can cekişiyordu yıllanmış aşklar.
Kayıp bir krallığın cıkmaz sokaklarında yürüyordu,
inceden inceye bir kan sızıyordu yüreğinin ortasındaki ustura yarasından.
Kulağındaki salyangozun cıldırtan iç sesi.
-Kaç kaçabildiğince, kurtul ondan.
kurtlanmadan,
kokuşmadan,
yokolmadan,
sarmadan benliğini.
Kemirmeden,
delik deşik etmeden tüm ruhunu tek satırla öldürdüğün hayal aşklardaki kadın.
-Kaç kaçabildiğince, kurtul ondan.
Yaklaşıyor o tanıdık son.
Hissediyor, titriyor gölgesiyle bir başına.
Son bir şans, atıyor kulağındaki zarı.
Düşeş.
ve
peşi sıra eziveriyor salyangozu kulağındaki çekiçle
kaçıncı salyangoz bu kulaklarında dağılan
parça,parça, lime,lime.
Katil gözlerle bakıyordu gölgesi limon sarı güneşe, civit mavi denize.
Ve gölgenin sahibi ölü salyangoz gözleriyle bakıyordu balıkcılara.
Düşündü.
Başkaları da bakabilirmiydi ölü salyangoz gözleriyle.
Başkaları da bilebilirmiydi ölü salyangoz gözleri nasıl bakar güneşe,
denize.
Ve kim görebilir kulağındaki salyangozu öldüren bir gölgenin katil bakan
gözlerini.
Martıların cığlıklarına takılı unuttuğu sevda şarkıları calıyordu
kulaklarında
ışıklı bir radyonun cızırtılı istasyonundan.
vokalde ölü salyangoz ,çekiç ve üzengi eşliğinde.
Adını bilmediği sahil kasabalarında kayboluyordu gölgesiyle bir başına.
Ilık meltemler okşadığında dudaklarını ilk öpüşmesi geliyordu aklına
Kimbilir hangi mahalle sinemasının son seansında kaldı sıcacık tuttuğu eller,
çekirdek ve gazoz karışımı bir tatta öptüğü o sıcacık dudakların tadı.
Ilık meltemler okşadığında tenini ilk öpüşmesi geliyordu aklına
Ve ağrısı hala kasıklarında seğiren.
ilk sevişmesi
ve
ilk kadını,
18’inde bir kısrağa ilk gem vuruşu köhne bir yatak odasında.
Kendi yapışkan tohumlarının ekşi kokusuna karışan o taze leylak kokusu genzini yakan.
Hayatla alay eden anlık zevk cığlıkları.
Kayıp krallığın sehvetli prensi.
Ve altında dans eden fahişe bakışlı leylak dalı geliyordu aklına ılık
meltemler dudaklarını okşadığında.
Kayıp krallığın ruhunu satmış sahibi,
yitip gidiyordu gölgesiyle bir başına usulca.
Yüreğinin en mahrem yerinde asılı bir fotoğraf,
kagir bir evin cumbasının göldesinde tellendirdiği o sigara dumanının ardında belirir sisli, puslu.
Dağın zirvesinden fışkırarak o kızıl nehre karışan kirlibeyaz yaşam özünün kıyısında.
Karbeyaz çarşaflara kankırmızı güller işler durur leylek kokulu ölü bir kadın……
didem 10/01/04