Edebiyat, toplum ve doğa içindeki insan gerçekliğinin, imgesel bir yolla ve estetik bir biçimde dile getirilmesidir; edebiyatın ana konusu insandır., eleştirmen Asım Bezirciye göre. Öyleyse bir yazarın, bir şairin yapıtlarını eleştirmek, onu insan olarak sorgulamaktır. Öte yandan, bir eseri yargılamaya ne derece hakkınız vardır? Özdeyişleşmiş bir İnsan insanın kurdudur hükmü, Şair şairin kurdudur gibi yıpratıcı hırpalamalara dönüşüverir, değil mi ki eleştiriye öznel izlenimler, duygular da karışır ister istemez. Oysa;
Bir tek anlayışa, akıma saplanmayan geniş beğenili kimseler; duygularına, çıkarlarına, kişisel eğilimlerine kapılmayan nesnel kimseler; yani iyi okurlarla, iyi eleştirmenler ve bu özellikleri taşıyabilen -az da olsa- eleştirmen nitelikli sanatçılar,
şiirden anlayan kimselerdir, gene Asım Bezirciya göre.
Bir denemeci eleştirmen olarak ben, kendi fikirlerimi, daha önceden kabul görmüş eleştirmenlerin görüşleriyle destekleyerek, şair Reha Yünlüelin yapıtlarını, daha çok bilimsel eleştiri ölçütlerini kullanarak, mısralardan kanıt göstererek, nesnel gerekçelerle değerlendirmeye çalışacağım.
Yünlüel, Şiir insandır dercesine, katedralden düşen kuş adlı şiir kitabındaki ilk şiiri sevişme günlüğünde itiraf ediyor yaşamını:
sevişme günlüğüm
ilk sahifesinde
işi olmayan giremez yazılı
bir levha koyduğum
her sayfasını doldurduktan sonra
güneşte sarattığım hayatım!
sana hiç söylemedim ama
ben sevişmelerimin toplamıyım....
Acı, burukluk, yalnızlık, ıssızlık, göçebelik, özgürlük, çaresizlik, sahipsizlik, korku, sorgulama, içine kapanmışlık hallerini, başlıcaları siyah, beyaz ve kırmızı olmak üzere renk imgesiyle; ses, dağ, ada, şehir ve başta kuş olarak çeşitli hayvan imgeleriyle, insanlık durumunu gösteriyor, hissettiriyor size Yünlüel. İlhan Berkin de Poetikada sözünü ettiği yatay çizgi olarak belirtilen anlamı yayma eylemiyle, dikey çizgide yer alan anlam yoğunluğu eksenlerini kesiştirirken, şiirini tek bir anlama hapsetmeden, yoruma açık bırakıyor:
yere bırakılmış
kalplerin üstünde
dansediyoruz
yere bırakılmış
unutulmuş
kalplerin...
derken sesde, hem kalpsiz, hem de şefkatli bir ses konuşuyor şiirde. Dilbaz bir anlatıdan çok, göstermeden yana olan, yalın bir şiir anlayışı, zaman zaman bir masal şairini çıkarıyor karşınıza halde:
ben bir evvel zaman kalbur saman şairi
dört mısraya ruhsatlı bu şiirde
kaçak anlatıyorum sana olan sevgimi
kaçak yaşadığım gibi
Söylenenden çok söylenmeyenler; yoğun biçimde söylenip, gerisi sessizliğe terkedilenler, şiirin asıl dünyasını oluşturuyor. Bir doğum, bir ölüm arası gibi kısacık bir yolculukta, aralıklarla gidip gelen havaleli hissini veren metronom ritminde:
bu şiir
gidip gidip gelen bir şiir, ismail
gelip gelip giden!
..........
ve ben ismail, yorgunum
gelip de gidememekten
gidip de gelememekten
Bir fotoğraf makinesinde durdurulmaya çalışılan zaman, kaygıya dönüşüyor mişli geçen karda:
zaman ismail,
kapağı yanlışlıkla açılan bir fotoğraf makinesinde
vakitsiz yakılan bir film gibi kokuyor
şahit olan biliyor ismail.
Zamanımız şiirinin göçebelik, yalnızlık, mekansızlık gibi en çarpıcı temalarını çağrıştıran dizelerde şair, yorgun, bitkin, kendi kendine dargın insanı resmediyor size. Tüm yorgunluğuna karşın, gülümsemeye çalışıyor amortide:
savrulmuş hayatıma bir amorti vursa
bu, en büyük ikramiye bana!
.........
yalnızlıklardan kaçıyorum güya
yalnızlıklarıma birer davetiye gönderirken
.........
yamalı bir kum torbasına dönmüşüm
kendimi dövmekten geliyorum
bir iş dönüşü saati
yorgunum, bitkinim
dargınım kendime!
Ülkelerarası belli bir kültür ve din karmaşasında, ırkçılığın ayırımcılığıyla dışlanmış bir zenci oluyor şair. Sarhoştur. Kaybolmuştur. Kimliksizdir. Sahipsizdir. Yersiz, yurtsuzdur. Belki de kitapsızdır bu kez, katedralden düşen kuşta:
hepsi ama hepsi
kullanılmamış bir haritaya sargılıdır
dört kitapta yazmasa bile adı, şairin
dağcının el kitabında muhakkak yazılıdır
İlhan Berkin infernodaki tanımına göre:
Bir dağ, bir ağaç, bir ova, bir gökyüzü uzaklığını hep korur ve kımıldamaz yerinden. İşlevlerinin bakılmak olduğunun ayrımındadır.
Benzer şekilde şair de bu bakılma eyleminin nesnesidir okurun gözünde. Yünlüel de dağ ve kuş motiflerini edilginlik ve etkinliği simgelemek, bakma eyleminin hem nesnesi hem de öznesi olmayı hissettirmek için kullanıyor. İman edenler için bir kurtuluş örneği olan Nuhun Gemisi, tanrı ve kulları arasında nesne-özne çekişmesini simgelediği gibi, kendisi dışındaki herşeyi nesne olarak tanımlayan insanın, örneğin dağa nazaran güçsüzlüğünü, gene de doğaya ve tanrıya karşı gösterdiği duyarsızlığı simgeliyor zenci kardeşimde:
........
deniz çekildi
dağ kaldı
nuh ve cümle hayvanat bakakaldı
bir renk indi gemiden
çok ses oldu
soru
o dağ başında unutuldu
çok bin sene sonra
bir kendini bilmez
soruyu buldu
umuttu, damıttı, eritti
bileyledi, eğirdi
öksürdü, tıksırdı
soru
zenci kardeşim oldu
Özne-nesne, etkinlik-edilginlik arasındaki eytişimsel ilişki, belirsiz, kapalı, koyu, zenci bir ilişki oluyor; belki tüm insanlar arasında ten rengi farkından dolayı ırkçı; belki de kadın-erkek arasındaki cins ayırımı yüzünden ırkçı. Şairin G harfiyle okuru yönlendirdiği bu ikinci ayırım da yoruma açık. rüzGar ve yolculuk temalarını, göçebeliği de işleyen Yünlüel, Gyi neden cinsel göndermenin dışında da kullanmasın?
renkten renge girdi nuh, sesten sese
hun oldu, nush oldu
köteksiz Ağrıya yollandı G mi?
yolculuk ağrılı oldu
içinden ve içten oldu
din değiştirdi gün değiştirdi
dinden güne, günden dine döndü
durdu dinlendi
Yalnızca Nuhun gemisindekilerin kurtulması, ayırımcı olmayan, merhametli bir tanrıya yaraşır mı? Böyle hınzırca bir soruyla tanrının adaletini sorgulamak bir kendini bilmezin işi şaire göre. Kendisi de muzip dil oyunlarıyla inançları sorgularken, bir kendini bilmez oluyor; belki de dinsiz ve bunları yaparken okurun kafasına kuşkular sokuyor:
yağmur giderdi
karasını derinin
bu imine dost,
bize düşman paratorluk değil!
Bu dost tanrı imparatorluğunda mı? Belki de yaratıcı şairdir tanrı ama, eleştirmen, öznel izlenim ve duygularına kapılarak, nesnel ve bilimsel eleştirinin sınırlarını da fazla aşmamalı.
çapak adlı şiirinde Yünlüel, insan ve tanrı ögelerini birleştiriyor tanrılaşmış gözlerde; insanın kendi içindeki tanrısal gücü en yoğun yaşadığı, bakma eyleminin gerçekleştiği yerde; aydınlık ve karanlık, soyut ve somut, ruh ve madde içiçe giriyor.
tanrılaşmış gözlerle bakıyordu öylece
çapaksız ve tanrılaşmış gözlerle
bir yıldız aktı gökyüzünde
gökyüzü simsiyahtı
o bembeyaz minik gözlerini bir kenara bırakırsak
bir dilek aktı gökyüzüme
gökyüzüm bembeyazdı
o simsiyah devasa gözlerimi bir kenara bırakırsak
........
Tanrılaşmış gözlerin ak ve karasında şair, metafizik, gerçeküstüne vardığı duygusuna kaptırıyor sizi. Bu konuda Andre Bretona başvurursak:
Ruhumuzun öyle bir yeri vardır ki, bu yerden bakınca artık, yaşamla ölüm, geçmişle gelecek, gerçek ve tasarım, dile getirilen ve getirilemeyen, yukarı ve aşağı çelişik değildir, işte bu yer gerçeküstüdür.
Yünlüel gene de soyutun sihrine fazlaca kapılıp, somut gerçeklikten el etek çekmiyor, dünyadan ve bedenden soyutlamıyor kendini, çapakta:
........
tanrılaşmış gözlerle bakıyordu öylece
çapaksız ve tanrılaşmış gözlerle
nedenlerle uğraşmayan tanrılaşmış gözlerle
herşeyi bulabilirdiniz o tanrılaşmış gözlerde
romeo ve juliettei, o otobüs şoförünü, o otobüsü,
necla teyzeyi, radyoda çalan istek sıradaki parçayı,
kestiğiniz tırnakları, yirmilik dişinizi, dokuzyüzkırkbeşi,
asker postallarını, postal askerleri, vs.yi, vd.ni bulabilirdiniz.
........
-keman sesinin tanrının sesi olduğunu biliyor muydunuz
bana da bir kemancı söylemişti-
Yaygın bir ses ve renk teması dikkat çekiyor Yünlüel şiirlerinde. büyücünün yalnız valsinde erilliğini yeni keşfeden bir çocuğu ürküten ses:
.......
at kestanesinden kafası
çınar yaprağından pijaması;
incecik bir dal ve bir yapraktı
hayatının günahhh(!)lardan örülü sineması
ey çocuk!
güzel çocuk!
dedi , ses:
Belki de dişi bir tanrı seslendi çocuk İsaya. Siz de nedenlerle uğraşmayan tanrılaşmış gözlerle incelerseniz şiirleri, bir zamanlar famme fatale büyücü sesinden ürken çocuğun, son şiirde ululaşmış seslerle nasıl büyüdüğünü, nasıl beden ve ruh bütünlüğüne ulaştığını farkedebilirsiniz çapakta:
beş asırlık ulu çınarların uğultusu
kulaklarınız kaldırmayabilirdi böylesine ululaşmış sesleri
ses denebilir miydi buna
hem bir fısıltı, hem bir çığlık
hem bir gözdağı, hem bir davet
Ak ve karadan ibaret, grilere yer vermeyen dümdüz bir dünya görüşünü yansıtır belki şu dizeler büyücünün yalnız valsinde:
renkler katışıksızdır:
ben rengimin aksiyim
sen, aksimin aşkı
Oysa acele karar vermemek gerektir, kendini uyutan masalla anlarsınız bunu. Şair de ayırdındadır renk karmaşasının, gökkuşağındaki, çeşitlilikteki kaosun:
.......
mavinin uykulu teninde, tüm renkler
masallarına köledir aslında:
kim ayıklar ki gökkuşağının taşını?
......
Belki herşeye bir anlam yüklemek de yersizdir; ya da çokanlamlılık gökkuşağı gibi renk karmaşası oluşturur. Anlamı belirsiz, içine kapalı şiirlerin gizemine kayıtsızdır belki okur. İlhan Berk de Poetikada Anlamla yola çıkılmaz der:
Şiirde anlam diretici, tekelci, bağlayıcı olmadığı ölçüde anlamlıdır. Kapalılık, karanlıklık, özellikle de belirsizlik(ki bütün büyük şiirlerde derinlemesine görülen de budur; dahası adeta bir yazgıdır da bu) nasıl anlamsızlık değilse, bir şiirin bir çok anlama gelmesi de belirsizlik, karanlıklık, anlamsızlık değildir.
Yünlüel de anlamsızlığı bilmeceye ve oyuna dönüştüren masalsı dil kullanımına başvuruyoreksimeyende:
......
bir harita hatıratından
düşeriz kerevetlere
gökten
ahmakıslatan beş+X elma şeklinde
hatıra haritalarından
dizeler dizeriz
kerevetler döşeriz
Konuşan şair mi, yoksa dil mi, karar veremiyorsunuz; vermeniz de gerekmez zaten. İlhan Berkin dediği gibi ,
Başlangıçta şairi, yazarı görür gibi oluruz, ama yazma eylemi derinleştikçe bir imgeden, bir imden öteye gitmez bu.
Yünlüel de imgeleriyle aktarıyor size anlamsızlıkları, puhu kuşunun günlük kokusunda:
.......
gülümsedi puhu kuşu
aklından kalan
yürek boşluklarına
böylesine kolayca
doldurduğu
anlamsızlıkları
Yünlüel şiirlerinde sık sık karşınıza çıkan kuş imgesi, saka, papağan, güvercin, puhu kuşu ya da katedralden düşen kuş olsun, hem kırılganlık, hem dayanıklılığı sezdirmede araç oluyor. Bir dağ ya da bir ağaç gibi yerinden kımıldamayan, uzaklığını hep koruyan bir nesne değildir kuş. Etkindir, kaçaktır, yolcudur; yere, zamana hapsolmamıştır. Bir bakıma, edilgin nesnellikten kurtarmıştır kendini. Bilinmeyi, çözülmeyi, görülmeyi pasif pasif beklemez. Özgürdür, bir yere bağlanıp kalmaz. Tuzağa yakalanmak, kafese konmak, vurulup gitmek de vardır ama, bir ağaç gibi dalına indirilen baltaya karşı koyamayacak çaresizlikte değildir. Hareketlidir. Bazen bir papağan gibi, uçmaktan çok, çenesine kuvvet olsa da, temsil ettiğ şiir imgelerin, yoğunluğun şiiridir. Papağan şairin bize anlattığı değil, sezdirdiğidir şiir; hem anlamda kapalılığı sürdüren, hem de yoruma açık kalan.
biz meyk kreyzi diyor cennet papağanı, yılana
rüyalar satene duruyor
saten elmaya
etkem ve etken!
unutmak bir uyku hali diyor rüya, kabusuna
etken ve etkem
hayır uyku hali bir unutmaktır asıl
diye sayıklıyor kabus
ağlara takılı bir kalbin pes haline dair hikayatta. Belki iyi şiirler bilinçten çok bilinçsizliğin, uyku halinin ürünleridir, unutmalardır, sayıklamalardır. Belki iyi şiirlerin özü belkilerdedir. Kesin olmayan sınırlar, ulaşılmayan sonlar, bitmeyen yolculuklar, konulmayan noktalardır şiir. Biçim ve içerikteki düzensiz gibi görünen düzen, anlamsız gibi görünen anlamdır belki şiir.
Eleştirmen de önce bir okurdur; onun gözüyle şiirleri inceler; kendinden başka, okur adına da konuşur, değerlendirme yapar. Ben Reha Yünlüelin şiirleri üzerine yaptığım bu çalışmada beni de içine alan siz zamirini kullandım şekil olarak; oysa yaptığım deneme Nurullah Ataçın deyimiyle benin ülkesi:
....ben demekten çekinen, her görgüsüne, her göreyine ister istemez benliğinden bir parça kattığını kabul etmeyen kişi denemeciliğe özenmesin......Denemeci, Montaigne gibi, Hazlitt, Lamb gibi asıl denemeci, okurlarına açılabilen kişidir.
Yünlüelin şiirlerini iyi, kötü gibi yargılarla sınıflandırmayı yersiz buluyorum. Bir denemeci şair, yazar, eleştirmen olarak ben, bu sanatların ustası olduğumu da iddia etmiyorum. Ümit Yaşar Oğuzcanın dediği gibi belki de Sanattan anlamayanlar için ideal meslek sanat eleştirmeciliğidir; ama ben bu (anlamayanlar)ı parenteze alıyorum, şiirde kesin (anlam) aramanın geçersizliğinde olduğu gibi.
Şair ve yazarlığı ve eleştirmenliği bu işlerde tescilli olanlarca henüz onaylanmamış olan ben, etkilendiğim edebi kişiliklerle entellektüel düzeyde soyut bir ilişkiye giriyor ve onların yapıtlarına kendi içlerinde karşılıklar yazarak, bir tür yeniden yazma tekniği uyguluyorum. Ortaya çıkan yeni ürün, biçim ve içerikçe ilk halinden pek fazla ayrı düşmese de, asıl ürünün yeni boyutlara taşınması, onun ilk yaratıcısını rahatsız edebilir diye düşünüyorum. Ancak, anlam ilkesine fazla takılmayan ve hermetik, çok boyutlu, ökumalara açık olan eserler bu yeni yapıyı kaldırabilir ve asıl yapıtta yapılan oynamalar, yer değiştirmeler, yamamalar, varsa anlamı, yeni düzlemlere taşıyabilir. Bu tutumu, asıl eser sahibinin emeğine asalakça bir sömürü gibi düşünmeyip, yeni yaratılara yönelik ortak bir çaba olarak gören Reha Yünlüelin şiirleriyle yeni şiirler derledim. Bunu yaparken amacım, kendi yarattığımla onunkinin önüne geçmek değil; şair kimliğimden önce okur kimliğimle onun şiirini desteklemek, yorumlamak ve onlara başka görüş açıları katmak oldu. Buna ister usta-çırak ilişkisi, ister şairler arası işbirliği deyin, sonuçta ortaya çıkan ortak bir ileti, bütün ve parçaları arasında eytişimsel, dinamik bir ilişki olacaktır. Yeni şiirin altında yer alan imzaların çokluğunun, parçaların kimlere ait olduğu uygun şekilde gösterildiği sürece sorun yaratmaması beklenir. Gene de bu gibi yeni durumlarda, okurun kafası karışabilir; karmançorman olmayan derlitoplu, tek imzalı şiirler isteyebilir. Ne var ki şair için, bence, önce yarattığı şiir, sonra okurun beğenisi gelir.
Mutluluğun Rehası böylesine kotarılmış ortak bir çalışmaya örnek:
-mutluluğu anlat
deseler sana
m harfini bulamazsın
bile sözlükte,
bulsan,
o kelime unutulmuştur kesin-
Uyu denerim ben de
Utku
Pek çok emek pahasına
Ersen mutlu sonuca
Yetmez mi
-ülkende
gelincikler hep
boynu büküktür belki de
söğütler ağlayan
cinsindendir hep-
Ülkemde papatyalar
Sıradandır her yerde
Krizantemler adaydır seçkinliğe
Aynı soydan kocaman gözleriyle
-sessizliğin
kırıyor sessizliğimi
mariaaaa
anlat bana derdini-
sanatın akord ediyor (t)utkumu
Marianoooo
Seslen bana mutluluğu
Napoliten gitarda
Kurtuluş eşittir sözlükte
Reha adına
Mutlu utkulu kurtar burada
-şayirinden(,)mutsuz şiiri-
Hani
-şayir efendi der, güneş;
abartmayınız reca ederim
şu kafiye işini-
Ayten Suvak
-Reha Yünlüel/(mutluluk), (şayirinden(,)mutsuz şiir)/katedralden düşen kuştan
..........
Yünlüel-Suvak Paslaşmaları olarak adlandırdığım diğer iki örnek de, bu kolaj tarzının daha sade görünümleri:
cevap kağıdı/ry
ölüm üzerine
sorular sorulmuştu
simsiyah
bir elbisede
cevapladım
onları
siyah-beyaz
cevap kağıdıma
rengarenk kelebekler
kondular
birdenbire
ve ben
sınıfta kaldım.......
........
Yanıtlar/AS
Cinayet üzerine
Sorular
Hazırlanmıştı
Mosmor
Bir hücrede
Yanıtladım
Onları
Mavi-kırmızı
Yanıt sayfama
Binlerce çekirdek
Doldu
Birdenbire
Ve ben
Hesabını veremedim
Bedenime
Sefil intiharımın
............
çırak/ry
hepimiz
çırak
yamanmışız
bu
hayata:
yamadıkça
deliklerimizi
açılır delik......
....
Usta/AS
Kimimiz
Usta
Adaymışız
Şu
Yaşama:
Adadıkça
Kendimizi
Adaylıktan
Seçiliriz......
.......
Yünlüel şiirlerinin eleştirel bir değerlendirmesiyle başladığım denememi, Yünlüel şiirlerine uyguladığım yeniden yazma, yamama, ya da kolaj teknikleriyle sürdürdüm. Denemeci bir ruhla giriştiğim bu uğraşların eleştirel değerlendirmelerini diğer şair, yazar, eleştirmen ve okurlara bırakıyorum.
Ayten Suvak
Kaynaklar:
İlhan berk, Poetika, Yapı Kredi Yayınları, 1997
Asım Bezirci, Bilimden Yana Sosyalizme Doğru, Cem Yayınevi Kültür Dizisi, 1976
Reha Yünlüel, Katedralden Düşen Kuş, Virtüel Yayınları, 2000