Kalemimin Ucu Titriyor Bu Akşam...

Hep karşılaştığım o garip adam da yine o garip soluk benzi, ışığını yitirmiş gözleriyle köşe başında durmuş, amaçsızca etrafı gözlüyordu yine bu sabah.

yazı resim

Kalemimin ucu titriyor bu akşam...Oysa hiç bir farkı yok diğer akşamlardan...
Bu sabahı yine saat 7' de kalktım, hemen dişlerimi fırçalayıp, yatağımı
topladım...Saçlarımı fırçaladıktan sonra rahat bir şeyler giyip kendimi bir
çırpıda çim kokan yollara bıraktım...
Güller yine salmıştı nefis kokularını, yine kimisi solmuş, kimisi tomurcuk,
kimisi baharında, rengarenk süslüyorlardı her yanı...
Çocukların telaşı yine aynıydı, kendilerinden büyük çantaları omuzlarında,
gözlerinde yine aynı ışıltı vardı.
Hep karşılaştığım o garip adam da yine o garip soluk benzi, ışığını yitirmiş
gözleriyle köşe başında durmuş, amaçsızca etrafı gözlüyordu yine bu sabah.
En soğuk havalarda bile kokusu ile beni ısıtan ekmek fırını, yürüyüşümü bir
çırpıda bitirip, sıcacık ekmek, güzel bir çay ile hazırlanmış nefis bir kahvaltı
hayalimi canlandırmıştı yine...
Oysa tek başıma yemek yemeyi hiç sevmezdim de, sıcacık ekmek kokusunu
kahvaltı arkadaşım yapardım, yine öyle yaptım bu sabah...
Artık aklıma düşmüştü ya sıcak ekmek kokusu, kendimi bir nefeste
gazetecinin yakınında buluvermiştim işte, neredeyse sonu gelmişti yürüyüş
yolunun...Oysa nereye gidiyordum, niyeydi bu acelem diye sormak istesem,
hep boşver, içinden gelmiş diyip babacan bir tavırla kendimi eylerdim...Yine
kendimi eylemiştim işte bu sabah...
Gazetecinin önünde yine kuyruk vardı, kuyruğun yanından sağa sola savrulan,
işe yetişmeye çalışan insanlar vardı yine etrafta, ipte cambazlık yapar gibi,
gazete kuyruğun kapattığı yoldan, bir sağa bir sola manevralarla bir solukta
geçip gidiveren yanımdan...Gazete yine simsiyah yapmıştı işte elimi, yine aynı
gazeteydi alınan bu sabah.
Haberler yine aynıydı, sayısız cinayet, çöken ekonomi, dünyayı kurtaracak
adam edalarındaki bir yığın yazı ile doluydu gazeteler yine bu sabah...
Evin kapısına vardığımda yine zili çaldım, serde kibarlık var diyeceğim, yok
işte sadece zil sesi idi duymak istediğim yine bu sabah...
Anahtarım yine zorluk çıkarmış, kapı güç sınırlarımı zorlamıştı işte yine bu
sabah...
Kahvaltım yine aynı kahvaltıydı, sıcacık ekmek, beyaz peynir, domates,
biber...Ne kadar tekdüzesin derdi de bir arkadaşım, hayatımda hemen her şeyi
alıştığım gibi hep aynı şekilde yapma tutkumu bir türlü anlayamazdı...
Kahvem yine bol köpüklü, orta şekerliydi, yine kendi falıma bakmak için
fincanımı ters çevirmiştim, hiç açmadan yıkamıştım işte yine akşama doğru...
Postacı dağıtım günlerinde hep benim kapımı çalardı da, bana bırakmadığı
mektup için yüreğimden için için nasibini alırdı, nasibini aldı yine bu sabah...
Çok defasında kendime mektup yollamayı bile düşünmüştüm, ne heyecanlı
olurdu değil mi diyecek olsam kendi kendime, yazdığım mektubu okumadan
yollarsam, yazarken girdiğim ruh halinden dolayı yazdıklarımı hiç
hatırlamayacağımdan yola çıkıp bu işi hep heyecanlı bulurdum. Ama yine de
kendime hiç mektup yazmamıştım, gelen bir mektubum da olmadı yine bu
sabah...
Okulun sesi evimi doldurmuştu yine...İstiklal Marşı arkasından Andımız, ben
de bir bir okudum hepsini, yine gittim çocukluk yıllarıma bu sabah...
Atamın mavi gözleri, sarı saçları aklıma gelmişti yine, yaptığı devrimle
dolabıma giren o güzel kıyafetlerimi hatırladım da yeni gibi dolabında öylece
duran o günden kalma elbiselerimi giydim, süslendim. Geçmişe daldım yine
bu sabah...
Sigaramı kahveye dost etmiştim yine bu sabah... Bir kahve bir sigara,
karşımda duran güller sessiz sohbetimizin hatırını yüklüyordu, her sabah kırk
yılın üzerine bir kırk yıl daha ekleniyordu... İşte eklenmişti kahvenin kırk yıl
hatırı, sessiz sohbetimize yine bu sabah...
Mevsimleri, ayları, yılları saymayalı çok oldu, bu sabah da bilmiyorum ayın
kaçı, hangi mevsimdeyiz, sahi güneş neden bulutların arkasında yıllardır tıpkı
bu sabah gibi...
Aynaya baktığımda hala korkmuyorum, gençlik baharımdan mı,
sonbaharımdan mı çalıyorum bilmiyorum, saçıma düşmüş aklar umurumda
değil yine bu sabah...
Yine aynı radyo kanallarını dinliyorum bugün, biraz yumuşak, biraz sözlü,
akşama hazırlıyor şarkılar yine beni, gün ilerledikçe yavaş yavaş...
Günlük işlerden elimi çekince, kitabımı açıp okumaya başladım insanların
dünyalarını, romanda anlatılan her insanı özledim yine bugün, gece beni
çağırmaya başlayınca yavaş yavaş...
İşte her şey aynıydı bu akşam, geçen gün diğerinin aynı, gelen sabah gidenden
farksızdı hayatımda..Neden titriyordu kalemimin ucu bu akşam...
Denizin kokusunu özlüyorsun dedim, özlemediğim bir an olmadı ki diyip
vazgeçtim...
Güneş yıllardır bulutların arkasında da, orada olduğunu bilip kendimi hep
öyle teselli ettim, bir teselli bulup da yazamadım, kalemimin ucu titriyor bu
akşam...
Çok olmadı Şeh-ri İstanbul' u terk edeli, her gün biraz daha uzaklaşıyorum
diye hüzünlendim de, "Şimdi İstanbul' da olmak vardı anasını satayım"
çalarken radyoda bir satır da ben ekleyemiyorum her gün dizeler döşediğim
İstanbul için, kalemimin ucu titriyor bu akşam...
Evlatlarım...Kim bilir hangi girdabın içindedir diye düşünecek olsam, tek
yapabildiğim şey olan iki elimi açıp tanrıya dua ederim, ondan yavrularım için
hep iyi olanı isterim. Yine kuzularım için dua ettim bu akşam...Onlar için iki
satır da olsa yazarım, aklımda kalmış süt kokularını içime çeker, gözyaşıma
bulanmış kalemimle sarılırım onlara,oysa özlemimi satırlarımda
gideremiyorum, kalemimin ucu titriyor bu akşam...
Yoksa yolun sonu mudur bu akşam, çıkan fırtına mıdır alıp götürecek olan...
Zaman bunca çabuk geçmiş de ayrılık rüzgarı mıydı çıkan...Ellerim...... sahi
ellerim neden buruşuk, çatlamış toprak gibiydi...Gözümdeki bu gözlük de nesi,
ya etrafta duran diğer gözlükler? Naftalin kokulu giysileri aklıma geldi
babaannemin, üzerimden yayılan naftalin kokularını duyunca...Toprak
kokusu.......... Sabah sabah tüm hücrelerime hiç olmadığı kadar yayılan o
koku..... Toprağa karışma vakti mi gelmişti de, kalemim ucu ayrılık
rüzgarından mı titriyordu bu akşam....prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-com:office:office" /

Başa Dön