Yürek yorgunsa eğer gözlere perde çeker. Ayaklar, yıllarca taşıdığı bedeni bile yük bilir. Dünyanın kocalığını büyüklüğüne değil de yaşlılığa yorar. Hayatı içine hapseder. Umutsuzluğu müebbetliğe mahkum eder ve hiç acımadan kendi ipini kendi çeker.
Ruh, öyle ağırlaşır ki bazen hızla dibe çöker. Kolay mıdır yaşadıkları. Ne yoğun duygular altındadır. Üstüne onu çözeltebilecek güçte moral ve motivasyon gelmezse beden yavaş yavaş hayattan elini eteğini çekmeye başlar. Umutsuzluk; ruhun kanı olmadığı için tüm öcünü bedenden alır. Önce yanağından rengini çalar, sonra bacaklarından dermanını en nihayetinde ise gözlerindeki yaşama sevincini koparır atar. Yeter ki çaresiz görsün karşısındaki düşmanını. İçten göçertme stratejini planlı bir şekilde sinsice tatbik eder.
Umut; kanımızda taşıdığımız alyuvar ve akyuvarlarımız kadar hayati öneme haizdir. Sanki yapıtaşı gibidir. İç dünyamızın kendini savunduğu yıkılmaz surlarıdır. Hafif eksikliğinde bile bizi alt üst edecek güç ve donanımdadır. Kaybı umutsuzluğu doğurur. Kazancı ise konsantre yaşamdır. Bir günü iki gün yaşamak kadar kârlıdır.
Hayatın güzelliği belki de doğal halinde gizlidir. Yani acısıyla ve tatlısıyla önce takvimlere yerleşen sonra bizim olan sayılı ama sayısız olaya vakıf olduğumuz günlerimiz. Bir gün biteceğini bildiğimiz halde bazen hiç bitmeyecek gibi yaşadığımız zaman. Bazen o bizden bazen biz ondan sürekli çalıyoruz bir şeyler. Bunun adı; kâh mutluluk, sağlık, huzur, başarının rengi olan sevinç, kâh hüzün, ölüm ve ayrılığın renksizliği olan üzüntü oluyor.
Adımız olduğu sürece hep atacak adımlarımız olacak. Bazısı bizi ileri götürecek bazısı yerimizde saydıracak. Sevinci olduğu gibi acıyı da tadacağız hem de en hakikisinden ama hiç bir şeyin bizi yıkmamasını diliyorum.
Ruh sağlam kaldığı sürece bedeni yönetecek gücü hep bulacaktır.
Sevgilerimle...
Aysel AKSÜMER