İŞTE ÖYLE…
“Romandan fırlamış bir roman kahramanı gibi..”
“Öyle kırılgan, mahcup tavırlarla çocuk gibi… Öyle masum, öyle içten sıcak, sevecen…”
“Şiirin dizeleri gibi akıcı, derin… Aşığın sazının telleri kadar duygulu…”
***
Üzerimdeki yatağı atarak kalkıyorum…
“Rüya imiş” diyorum kendi kendime…Ama ne güzel rüya…
Henüz sahura çok var…
Tekrar yatıyorum. Az önce gördüğüm rüyayı düşünüyorum…
Rüya mıydı?
Yoksa gerçek mi?
Gerçekse; hani o?
Nereye gitti?
Kimdi o?
Niçin beni övdü? Niye övdü?
***
Yarın, köşemde yazarım bunu. Hem de aynısını yazarım. Gördüğüm bu rüyanın aynısını yazarım. Yazarım da, kime ne faydası olacak? Okuyucuya ne katkı değer sağlayacak?
Ooof!… Hele bir yarın olsun…
***
“Yoğunsun diye abur cubur şey yazma”
Kızıyorum, daha doğrusu kızıyor gibi yaparak cevap veriyorum:
“Aşk olsun yani, ben abur-cubur şey mi yazıyorum ki?”
“Abur-cubur değil de, bazen basit yazılar yazıyorsun.”
***
Yine mi rüya?
Hayat da bir rüya gibi değil mi?
Lâ havla vela kuvvet illâ billâ…
***
“Geçen günkü anlattığın rüya neydi? Elinde kâğıtlar vardı, demiştin?”
“Evet ya; elindeki kâğıtları buruşturarak avucunun içinde bekletiyordun. Sonra sırtını dönerek gittin! Gittin anlıyor musun?!..”
***
Ve tam o sıra beni sahura çağırıyorlar.
Meğer yine rüya görmüşüm. Hem de aynı rüyanın devamını…
Doğrusu biz yazarlar günahkâr insanlarız…
Bir o kadar da fedakâr ve samimi insanlarız.
Fedakârız; bu gün hiç zamanım olmadığı halde, yine de yazımı yazdım. (Okuyasınız diye, tabii ki..)
Samimiyiz; rüyalarımızı bile sizlerle paylaşıyoruz.
Diyeceksin ki niye, işte eyle/öyle….