İstanbul’u İnliyorum
İstanbul, çamura bulanmış altın şehir.
Sarp yokuşlarında tarihin şanlı hüznü.
Biraz yorgun, biraz durgun.
Bir yanı hayatla cebelleşirken
Bir yanı hayata göğünden bakar.
İstanbul’dur bu, kaldırımda aç yatarken bir zamanın gençleri
Zamane gençlerinin halinden utanır, gözleri biraz ıslak, biraz nemli
Onlar ki, bir zamanın gençleri.
Kimine ağyar kimine gam kimine çığlık çığlık bu devran
Arka sokalarda pembe pembe başlayan
Sevdayı kara köye taşıyan bu devran
İstanbul neresinden baksam orasında bir köroğlu, kör
Anlamaz, bozgun yemiş ömürlerin dilini
Anlamaz,
Anasının derdini.
Soluğu yetmez konuşsa baba, zaten ram kalmıştır kurtuluş çukuruna
Evlat gömse ne fayda.
Baba görmüştür oğul düşmüştür uçkura
Deli isen ne gam..
İstanbul, pas tutmuş ciğerlerinden hüzün soluyan şehir
Anlamı artık eski fotoğraflarda,
Ve bir zamanlar! Diye kurulan cümlenin içinde anılan yaşlı şehir,
Yorgun asırların gizemli bekçisi.
Yetmedi insanlara Ayasofya kız kulesi
Fatihhan’ın fatih camisi
Ve ölümleri hiçbir vedaya sığmayan şehitler sebili
Surlarında can verirken ensari
Şimdi adam sanılan arsızlar giyer oldu entari.
Şimdi
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı
Ey be; Orhan veli,
Açıp ta gözümü gezemiyorum.
Ar kaybetmiş zarını, korkar oldum kaybetmekten ar’ımı
İstanbul’u geziyorum gözlerim kapalı
İstanbul’u in’liyorum
İstanbul’u inliyorum
Ve İstanbul’u dinliyorum