Masanın üzerinde, elimdeki kahve fincanıyla daireler çiziyorum. Sevimsiz bir dalgınlık yakıyor gözlerimi, suskunluğum çok ağrıma gidiyor. Kalbim denizin üstünde uçuşan kuşlar gibi dönüyor sanki, yere düşürmeden sevmeyi öğreneli çok oldu ama ; bugün anılar kadar canlı ve bir o kadar güzel değilim. Eyvah! Özledim..
Bu hasret ruhumun hep kırık yerinden saldırır bana. Islak ellerle tutulmuş mektuplar gibi lekelenirim. Ah ardından sayıp sövemediğim adam; seni destursuz sevmenin bedeliymiş yalnızlık. Bilmeliydim!
Sevdiğimi poyrazı deli bir şehre emanet ettiğimden beri
Güzünü hüznüne sarmış yorgun bir Ankara akıtıyorum kirpiklerimden
Ve ben
Dilini bile bilmediğim bir ülkeye ait gibiyim şimdi...
Hani uçurtmanın ipi kopar, dayanamaz rüzgâra. Hani ucundan tutulamayan kayıplar verir ömür. Koca bir karanlık yürür insanın gövdesinde. Her saniye daha çok şiddetlenen bir efkar sızar tütün kokusu sinmiş perdelerin köşelerinden. Porselen bir dünyaya çiniler işlerken sevimsiz dalgınlığım, en çok kahve fincanımdaki dudak izimde takılırım. Bir sahne sürekli yanıp söner gözlerimin önünde; bir gül lekesi, bir dudak izi, bir gül lekesi, bir dudak...
Birazdan daha da soğuyacak bu oda. Sepya bir fotoğraf karesi gibi, betimi benzimi solduracağım. Burada olmaması gereken bedenime yüklenip, masanın kenarına yığılacağım. Belki sesi soluğu değecek az sonra düşlerime, ağlayacağım... Ah yastığına sol yanımı bıraktığım güzel yürekli adam; ben kendimi bile sende sevmişim.
Sevdiğimi; poyrazı deli bir şehre emanet ettiğimden beri
Allah'a emanetim...
FERAY KORKMAZ
]