"İletemiyoruz" hepsi bu. Yetişmiyor kimi zaman ellerimiz, gördüklerimize. Avunup kalıyoruz oturduğumuz yerde, tutunabildiklerimizle. Niye iletemiyoruz biz biliyor musun, çünkü her zaman tutunabileceğimiz bir şey oluyor yanımızda. İletemediğimiz gibi ilerleyemiyoruz da bu yüzden. Çakılıyoruz, anten direkleri gibi bir çatıya ve çürümeyi bekliyoruz. Zavallılarız hepimiz. En kötüsü de bundan hiç gocunmamamız. Lanet olasıca eksikliğimiz mutlu bile ediyor.
Dışarıya bak, hâlâ gülebilen insanlar var. Neye gülüyor bu insanlar. Bak şu kadına, gözlerine bak! Neden herkes gibi ten rengi değil de, mor bu kadının sağ gözü. Farklı göründüğü için mi gülüyor. Hayır bu değil sorunun yanıtı. Çünkü onun tutunabileceği bir şey gülmek. Unutmasını sağlıyor ve bundan haz alıyor. Bak, baksana mimiklerine sanki gençleşmiş gibi. Kırkıncı yaşının bütün ağırlığı sanki uçup gitti. Halbuki, iletebilse çok farklı olurdu ruh hali. İçin için gülerdi o zaman. Bir askı olmaktan çıkardı yüzü ve her güne, her saate, her davranışa, her söze göre bir maske takmak zorunda kalmazdı. Eğer iletebilseydi, kırk yaşında olurdu şimdi. Otuzlarında görünen menopozlu bir kadın olmaktan daha iyi böylesi, daha güzel.
Kocasına gelelim. Onun eşine vurmasının nedeni de yine "iletemiyoruz" da gizli. Adam, kadına, beklentilerini iletememenin ezikliği altında. Hayvanlar çiftleşmek istediklerinde, acıktıklarında ya da başka ihtiyaçlarını anlatmak için çeşitli yollara başvurur. Örneğin bir erkek güvercin, çiftleşmek istediği dişi güvercinin etrafında kabararak dönmeye başlar. Açıkçası dans eder, kendini beğendirmeye çalışır. Dişinin dikkatini çekene kadar da vazgeçmez. Fakat kendisinden daha heybetli bir güvercin rakibi olursa, dövüşerek ya da dövüşmeyerek dansına son verir. Söylemek istediklerini anlatmak için, iletmek için, hareket eder. İlk insanlar da ortaya çıktıklarında, bir dil geliştiremediklerinden, ihtiyaçlarını anlatmak için çeşitli hareketler ve işaretler kullandılar. Ama zamanla konuşabildiklerinin, düşünebildiklerinin ve en son olarak da yazabildiklerinin farkına vardılar. Bu kadının kocası ise, bu ayrımı yapamıyor. Gelişmiş bir varlık olduğundan bihaber. İletemiyor. İletilerini, yumruklarıyla anlatabileceğini düşünüyor. Kadının gözündeki morluğun bir ileti olduğunu söyleyebilirim sana. Kadın, belki de her gün, aynı iletiyi almaktan ve bu iletiye karşılık oluşturduğu kendi iletisini, feed-back'ini, gönderememenin acizliği içinde gülüyor; çünkü iletemiyor. "İletemiyoruz" hepsi bu.