İnsan hayatla olan temaşasında her geçen gün biraz daha sahiciliğini ve içtenliğini kaybediyor sanki. Sadece bedenlerimiz yaşıyor artık. Ruhunu kaybetmekte olan bizler hayat dehlizinde birer birer yok oluyoruz. Sanki hayatımıza bir kara delik açılmış gibi durmadan bizden bir şeyler götürmekte. Ruhu kaybetmekten kastım ölüm değil, maddi değerlerimiz. Varoluşumuzun ardındaki küçük detaylar gibi görünse de bizi hayata bağlayan daha doğrusu onu anlamlı kılan değerlerimiz. İşte o deliğin yuttuğu biz değil, bizi biz yapan artılarımız. Ne büyük talihsizliktir bu
Yaşamayı değerli kılan ölümden başka gerçeklerimiz yok mu bizim. Ölüm olmasa bu hayatta Mecnunun vuslatı kalır mıydı öbür tarafa. Aşıkların kavuşması mümkün olur muydu bu dünyada. Hayat nasıl olurdu kim bilir.
Üsluplardaki bozukluk, fikir hayatımızdaki fakirlik, dilimizdeki sığlık, sevgi dünyamızdaki karanlık, dünyevi savrukluklarımız. Birbirimize tahammülümüz kalmamış maalesef. Yetmezmiş gibi bir de bencilliğimiz.
Çok değil, biraz eskiye gidelim. Hani şu kasetçalarların çokça kullanıldığı zamanlar. Kaset bittiğinde diğer tarafını çevirmek gerekirdi. Sonradan otomatik çevrilenleri çıktı, dışarıdan bir müdahaleye gerek kalmazdı o kendi yapardı. İşte bazen insanlar da öyle değil midir; sona geldiğinde her şey bitmiş gibi bırakmaz mı kendini. Umutları tükenip ve birilerinin gelip onu değiştirmesi gerekir ya hani. Kendi kendine yapamaz, gereken gücü bulamaz ya kendinde. Fiziğin değil maneviyatın zayıflığı belki. Hayat gailesinden uzak, yolsuz duygular eşliğinde akıp giden şu meşhur zaman. Aklında, yaşadığı son aşkın akisleri yankılanırken, düştüğü durumdan çıkamamasının verdiği acıyla geçip giden haz özürlü günler.
Bu hayat dairesi içinde çözülmesi beklenen ancak hep bir sihirli değneğin kendine dokunmasını ümit edip, aklının kapanışını yaparak hayati rölantiye alması durumu olarak açıklanabilir. Ancak o bekleyiş hepimizin hayatına zaman zaman uğrayıp, gerçekler bir tokat gibi yüzümüze çarpmadan gitmiyor maalesef. Geçenlerde okudum, Tibetin ruhani lideri Dalai Lamanın Çağımızın Paradoksu adlı şiiri bu durumu özetleyen en güzel örneklerden biri. Bakın ne de güzel anlatmış;
Evlerimiz büyüdü fakat ailelerimiz küçüldü.
Artık daha rahatız ama zamanımız az.
Öğrenim seviyemiz arttı fakat anlama yetimiz azaldı.
Daha fazla bilgili olmamıza rağmen, daha zor karar veriyoruz.
Daha fazla uzmanız fakat daha fazla sorunluyuz.
Daha fazla tedaviye rağmen daha az sağlıklıyız.
Aya gidip gelerek onca yolu kat ettik ama caddeyi geçip yeni komşumuzla tanışmakta geciktik.
Daha fazla üretelim diye yeni bilgisayarlar geliştirdik, fakat daha az iletişim kurmaya başladık.
Çok uzun yol kat ettik ama kalitede bir o kadar kısa kaldık.
Fast food ve uzun sindirim zamanı
Anlamlar büyük fakat karakterler küçük.
Kârlar yüksek fakat ilişkiler yüzeysel.
Şimdi artık penceremizde çok şeyin olduğu ama odamızda hiçbir şeyin olmadığı zaman
Ve benim çeyrek yüzyıl önce gözümü açtığım hayat kesinlikle bu hayat değildi.