İçimde biri ölmüş, kim olduğunu önemsemiyorum...
İnfazın eşiğinde ki günahkarın ayak izlerine benziyor, yoksa bu dar yolda bu kadar derin yürüyemezdi ki ...
Yoksun işte! Olmayacaksın. Adımların bana yönelmedikçe sen, sen olmayacaksın.
Yokluğuna sığındığım bir gündeyim. Kaçınılmaz ızdırap günlerin en tozsuz anındayım. Korkma! Kirlenmeyecek gelecek günlerimiz; bir şeyin kirlenmesi masum olmasına bağlı değil midir ki...
İçimde bir cenaze ; rüya gibi terk edildikçe yada başka bir hüzün rüyası gelince-gidersin, bu bedenden. Uykularım ölüm anıdır; acı çektiğime tanık tek vuslat bekçisidir, sensizliğim...
Hayat “fani” diyorum, sense ani olan her şeyimsin. Cennet perisinin oklarına hedef olduğumsun, cennetimsin. Bazen kendimi yanına hiç yakıştıramadığımsın, isyanımsın. Kendimi sende eksik bulduğumsun; yanında solduğum, soldukça omzuna yaslandığımsın ...
Evet! Sevdiğimsin...
İçimde kara toprak; yokluğuna giden bir varlık efsanesi...
Ve karlar altında güneşi bir kerecik görmek adına ölüme aşk olan kardelenim toprağına filizlenen, tüm engellere rağmen...
Ben bu gidişle zor ölürüm... seni özlemenin tanımını yapamayan bir ben oldukça sende; içimde bir kalp cenazesi kara toprak altındayken, sen söyle sevgilim:” nasıl çıkamam karlar altından ?”
İçim de biri ölmüş nasıl yaşarım ki...