rüzgarlı,
ıssız,
sabah,
koru kahvesi
ve
kaldırılmayan cenazeleri...
acısı yüzüne bakar,
uzun,
kuru ağıtlar yakar
ama,
her yıl,
her giden çocuğu için
artık ağlamayı bırakmış ağaçlar.
kalbine
binlerce aşkın bıçağı saplı
tahta bacak, yaşlı, alkollü
bir sağa, bir sola tıngırdak.
asılmış eğreti sandalye de yakasına
yetmez gibi,
yırtık donu,
çirkin, dişsiz gülümsemesi
ve o küf kokan, pörsümüş derisi.
öpülmüş, bırakılmış
ajda,
sessiz,
unutulmuş,
çıplak yarı beli,
nerede o kaynar kanı,
nerede buğulu
söz utandıran gözleri?
bir nefes?
bir ayak sesi?
sadece yağmur
hazırcevap
vurur acısına acısına,
çarpar suratına
der:
işte böyle pervasız,
umursamaz,
böyle hovardadır
sonbahar.