Gölgesinden Korkan Prenses

Hayatta sadece

yazı resim

Güzel bakışlı, güzel görüşlü, güzel gülüşlü, güzel düşünüşlü, güzel duyuşlu bir prensesin yaşadığı bir ülke varmış. Günlerden bir gün, ülkenin güzel prensesi gece uyurken su içmek için kalkmış; o esnada çakan şimşeğin ışığı güzel prensesin gölgesini duvara yansıtmış. Ama bu yansıyan gölge o kadar korkunç gözükmüşki o an, güzel prenses o günden sonra hiç gölgesine bakamaz olmuş. Büyük bir vesvese, evham tüm benliğini kaplamış... Bu yüzden gündüzleri dışarı çıkmıyor; kimseyle konuşmuoyr; sürekli karanlık yerlerde dolaşıyormuş. Dışarıya aysız gecelerde çok nadiren çıkıyormuş. Aydınlığa çıkınca gölgesinin kendisine tekrar canavar gibi gözükeceğini zannedip korkuyormuş!. Sarayın bodrum katında, karanlık, rutubetli, küf kokan bir yerde uyumaya başlamış. Babası olan kral, bu durum karşısında günden güne eriyor, kızının bu durumuna çok üzülüyordu. Başvurmadığı alim, medyum, akıllı insan kalmamıştı. Kimi danıştıysa, kimden fikir aldıysa bir türlü düzelmemişti durumu...

Günler geçtikçe prensesin güneş görmeyen vücudu çirkinleşmeye, üstü başı dağınık pejmürde, bir hal almaya başlamış. Bu durmu görenler, onun prenses olduğunu bilmeseler sıradan bir hizmetçi bile sanacak kadar kötüymüş üstü başı. Günlerden bir gün, prenses gene bodrum kattaki karanlık, nemli,rutubetli odasında uyurken birden " güneş tutulması " olur. Gündüz vakti ortalık gece karanlığına bürünür. Tam o esnada uyanan prenses, vakti, gece sanıp dışarı çıkar. Saraydan epey uzaklaştıktan sonra güneş tekrar yüzünü göstermeye başlar. Ortalık tekrardan aydınlık olmaya başlayınca kız korkar!: hızlı bir şekilde hava aydınlarnır. Prenses ne yapacağını şaşırmıştır!, etrafta aydınlığın verdiği gölgeler belirir. Prenses tir tir titremeye, beyaz teni heyecandan kıpkırmızı olmaya başlar, kalbi minik bir serçeninki gibi hızlı atıyordur, nefes alışları sıklaşmıştır....Çok korkmuştur. Uzun yıllar gündüz dışarı çıkmamıştır. Çevredeki kuşların sesleri ona, dipsiz kuyulardan gelen ne olduğu anlaşılmayan homurtular gibi gelir. Gözleri aydınlığı unuttuğundan o kadar sıkı kapatırki gözlerini, hiç açılmamak üzere mühürlenen firavun kabiri gibi... . Senelerdir bodrum kattaki nem, küf kokusundan burnu çevredeki güzel çiçeklerin kokusunu zor algılıyordu . Yere kapandı prenses, ağlamaya başladı. Sımsıkı kapanan gözlerinden bir damla yaş aktı bir gelincik çiçeğinin üstüne. Sabah yağan çiy tanesi gibi kondu gelinciğin üstüne... Güneş ışığının vurmasıyla gelinciğin üstündeki gözyaşı, seher yıldızı gibi parıl parıl parladı birden..Gelincik dile geldi:

Neden kaçarsın gölgenden canavar gibi

Sen doğduğundan beri seninle değilmi ?

Eziyet etse yaratırmıydı hiç Yaratan

Gölgen olmasaydı ne anlıyacaktın aydınlıktan !

O anda prensesin vesvesesi eçti. Artık korkmuyordu gölgesinden ve diğer gölgelerden. Herşey eskisi gibi güzel gözükmeye başladı. O an anladı, bizi Yaratanın hiç bir şeyi eziyet olsun diye yaratmadığını. Biz kendi kendimize eziyet ediyorduk. Hayata hep yanlış yerden, karamsarlık gözlüğüyle bakıyorduk. Başımıza gelen ufak bir olay bile bütün hayatımızı karartmaya yetecek kadar ağır geliyordu bize. Biz, duvarda gördüğümüz şekillerden, hatta kendi gölgemizden bile korkunç anlamlar çıkartıyorduk. Bu korkunç anlamlara o kadar çok inanıyordukki, sonunda kendi gölgemiz altında eziliyorduk. Hayattan hiç bir zevk alamıyorduk. Bakmasını bilmeyen gözler; duymasını bilmeyen kulaklar; sevmesini bilmeyen gönüllerimiz var. Ama Allahtan da bize en büyük rahmet bize gönderilen bir kılavuz var: bize nasıl sevileceğini gösteren akıllarımız var...
] ]

Başa Dön