Uzun zamandır kendimi işe yaramaz hissediyorum. Başka türlü hissetmek içinse çaba sarf etmiyorum. Benliğimin tersine. Ama bugün, bir şeyleri fark ettim. Şimdiyse onları anlatmaya başlamak istiyorum, alacağın şeyi bilmeden girdiğin bir süpermarket gibi. Belki de sizinle geçireceğiz kasadan ve sayacağız göz ucuyla aldıklarımı..
Başlamadan hemen önce dipnotu olarak şunu belirtmek isterim ki, noktalama işaretlerine inanırım. Evet,inanırım. Onlarla nefes alır, gülümser, nükte yapar, hatta uzun bir iç çekerim. Hepsi doğal olarak kendiliğinden gelmiştir, bilginize.
Bugün, daha doğrusu akşam; gün sadece bitmişti. Ama ben bittiğini ne hissediyor, bitmese ne olacak anlam veremiyor ya da başka bir bitiş hayal edemiyordum. Sanki o carpe diemler bir anda zamanı durdurmuştu ve askıda kalan tek insan bendim. Daha garibi bunu algılıyor ama kimseyle paylaşmak istemiyordum. Hayır bencil veya güvensiz değildim onlara karşı. Yorgundum sadece. Bu da benliğimin tersine.
O sıkışmışlık anında, yalnızken ve yaşadığı zaman diliminden bir kerpeten ucuyla alınıp başka bir gerçekliğe itilmiş gibi dururken; geçmiş yanıma geldi. Evet birden, kapımı falan da çalmadı. Beklemediğim de aşikardı.
Geçmiş kış soğuğu kılığında gelmişti yanıma. Diyeceksiniz ki, yaz soğuğu da mı olurmuş. Öyle değil. Kışın kokusunu da almış, gelmişti yanıma. Eli kolu da doluydu, hemen tanıyamama pek ses etmemişti sahi; demek bu yüzdendi.
Bense sakin şekilde o gün bitiminde, o sıkışıklık anında alnım kırışık, göz bebeklerimde heyecanın kırıntısı olmayan tükenmiş halimle onu çıkarmaya çalıştım. Elinde getirdiği loş ışık sayesinde, odaklanınca anladım kim olduğunu. Yahu şimdi Nasıl sadece sen fark ettin?, Gerçekten loş ışıktan mı ayırt ettin güzelim kışı diyenleriniz olacaktır. Yahut burayı hiç okumayanlarınız da. Benim derdim kendimle. Ama kendimi bulmak için de ihtiyacım var size. O yüzden önce burayı okumayanlarınıza sesleniyorum; gerçekten, çok da şart değildi zaten. Şimdi ise gelelim bu loşluğu sadece benim fark etmeme aklı takılanlara, belki de en çok benim ihtiyacım vardı buna. İhtiyacın son dönemecinde hani, öyle susamışsın ki ölecekmişsin susuzluktan gibi, tutunmuşumdur loşluğa. Hem kış güzel müzel değil, üşüyor insan. Yani üşüyenlerimiz var..
Çıkardığımda göz ucuyla..kokusu ve loşluğuyla... Ya dedim, sen yaşıyor musun be..
Bu cümleyi duyan herkes bilir ki bu, bir tatlı sitemdir. Çok özlenene. Ya da unutulmuş olup birden belirene. Benim yaşadığım ikincisiydi ve daha etkilendiğim kısım ise, geçmişim 1 şey olarak gelmemişti yanıma. O zaman tabi yanım kirli, tükenmiş, kör ve yalnız. Geçmişi kabullenmek şöyle dursun, algılayamıyor değişimini. Umuta gelişini. Gülümseyişini. Şefkate dönüşünü, sarışını. Hüznü koluna takışını. Hiçbirinin bir öncekini terk etmeden o gerçeklikte yer alışını.
Acele etmeyeyim yine de. Hepsinin hakkı var bu cümlelerde.
Üşüdüm..Yine her zamanki gibi sonbaharın ayında gelmişti bana kış. Soğuktu işte, zevk almıyordum nefes bile almaktan. Halbuki alırdım. Üşüyordum sadece ve, bu gerçeklikle işkence edermişçesine kendime, vücudumun ritmik eşliğiyle sayıklıyordum. Üşüyorum-mutsuzum-üşüyorum-mutsuzum-üşü..
Ben böyle gezerken evin içinde annem olaya el attı. Zaten anneler her işe karışıp, burnunu sokmayan tek kişiler. Isıtıcıyı aradı, buldu, kurdu. Dediğim kadar kolay olmadı, ama başarmak annelerin. Isınmaya başlamıştım en nihayetinde ağzına yemek getirilen yavru bir kuş gibi. Bekliyordum...Neyi?
Birden gelen şu geçmişi..
Önce geldiğini fark ettirerek bir ışık gönderdi göz bebeğime. Sarı. Umudun sarısıydı bu. İyiliğe inandığını hatırlatmanın. Kabullendim ve devam ettim ilerleyen dakikaları yaşamaya. Burnumda geçmişin kokusu. Annem de mi almıştı kokusunu yoksa, ya da eski fotoğraf albümünü gün yüzüne çıkarması tam da şimdi, sadece tesadüf müydü? Sormadım. İzledik işaret parmaklarımızın doğrultusu gösterirken siyah beyaz yüzleri. Tanımamızı çok istediği kişiler üzerinde, daha çok durdu parmak. Gözlerde sarı bir ışık, ah bu umudun değil; özlemin sarısı. Kahverengiye çalan. Bizse, kardeşimle en çok hangisinden söz ederken mutlu oluyorsa onlardan bahsettirdik ona. Yazısız bir sözleşme gibiydi, en çok özlenen en az konuşuldu. Ama kulaklarımızda sesi çınlıyordu şüphesiz. Üzerinden en çok zaman geçmiş fotoğraf, en çok atıp tuttuğumuzdu. Hatırlayamadığımız hislerimizi.
Babam geldi, konuşmadı çok. Ama benzetti kendini babasına. Gözünde ışığın gölgesi.
İşte böylece, hiç beklemediğim bir şekilde batırdık bir günü.
Ellerim ısınıyor. Kolumda geçmiş, geçmişin sırtında koca bir yük. İlerleyen dakikaların akışkanlığıyla bir oluyor şimdi hepsi. Yaşıyorum, gözümde bir sarı ışık, ve gölgesi.