Giz Gülü

ENKAZ ALTINDAKİ HİÇ BİR DÜŞ IŞIKSIZ KALMASIN�

yazı resim

] ]
Onlarca martı taaa İstanbul�un göğünde çığlık atıyordu sarı yalnızlığın keskin teninde ruhunu susturan yüreğe� Martılar vefalı kanatlarının rüzgârla dansında duymuşlardı düşlerini sevgi yoksunu depremlerin sarsıntısında kaybeden yüreğin sesini� Hüzün treni sanki ona katar katar sıraladığı yükleri omzuna vermiş gücünün sınırlarını zorlamak ister gibiydi�

Martılar yürek dostlarının sarı yalnızlıkta inleyen sesini duydukça kanatlarını çırpıyor onlar kanatlarını çırptıkça depremin yıkıcı gücü azalıyordu... Martıların gözyaşları marmaranın yeşil sularına aktıkça enkazın altındaki gözleri yosun yeşili yüreğin nefes almasına fırsat kalıyordu�

AMA BU DESTEK YETMİYORDU GÜNEŞE ÇEKİLEN PERDEYİ KALDIRMAYA�

Doğadaki bu yaşamsal devinim insanların bencil duruşuna bir savaştı � Yaşamın hüzün yüklediği bir yüreği yaşamın en gerçek sahipleri olan insanların yok oluşa sürüklemesi ve bu sürükleyişe dur demek için

Martıların,

Rüzgârın ya da

Gecenin ak duvaklı gelini mehtabın

bu sürüklenişi devam ettiren devinime ısrarla dokunması biraz düşündürse de asıl manayı çoğaltıyordu aslında�

Sarı yalnızlığın mavi düşlü yüreğini İstanbul�da en son uğurlayan martının telaşı değdi gözlerime... Martı bir oyana bir bu yana şefkat telaşı çırpınışındaydı� Bembeyaz güvercini yolluyordu enkazdaki ürkek, eksilmiş ve üşümüş yüreğe... Güvercinin kanatlarına giz gülüne değmiş canın bütün öyküsünü yazmıştı sanki martı�

Çalınan kokusu,

Dökülen yaprağı,

Bir kaktüsün büyümesi için gölge görevindeki yorgun bedeni�

Sadece dikeni ise onu hala öz anlamında koruyordu...!!!

Enkazın ıslak, buğulu, karanlık mekânında son demlerini yaşadığını düşünürken giz gülü, minicik zerre büyüklüğündeki bir ışık huzmesini gördü� Başını kaldıracak ne takati ne de cesareti vardı� Bakmak istemiyordu o ışığa ve o ışıkla gelecek olana� Çünkü yaşamındaki diğer kıpırtılar gibi onun da ya kokusuna ya düşlerine ya onu koruyan dikenine ya da son kalan yaprağına zarar vereceğine inanıyordu�

Her sabah aynı ışıktan bir beyazlık değiyordu ruhuna, gün geçtikçe kafasını kaldırabilecek gücü hissetti kendinde� Alnına değen ışığın sıcaklığı güneşin bakir renginde büyüyen umut sağanaklarıydı sanki� Ruhunun en mahrem yerlerine kaçamaklar yapan umut daveti sona bir vuruşları ezberleyen yüreğini rahatlatıyordu�

Hayır dedikçe sanki teslim oluyordu ışığın koynundan gelen güvercinin kanatlarına� Onun kanatlarına ruhunu verdikçe aslında kendi oluyordu yeniden� Kendi içinde kendine çoğalıyordu� Çoğaldıkça, eriyen duygu tellerini onarıyordu insanca kadınca ve çocukça�

Ve son duyduğumda enkazdan kocaman bir çığlık yükseliyordu�

İşte yaşam
Senin delikanlı duruşunda
Atlasın gelini olup yağacağım yıldızlarına�

ENKAZ ALTINDAKİ HİÇ BİR DÜŞ IŞIKSIZ KALMASIN�

M.ALTAN

Başa Dön