Başlamadan biten bir oyunun rüyasını görürken uyandık.Çevremizi kaplamıştı gerçeğin aynası.Yoktu artık riya,yoktu artık korku.Dedik ki “Söylemeyelim bazı şeyleri,istemiyoruz duyulsun bütün güzellemeleri.”
“Olamaz!” deniliyordu sertçe bize,zira verecekmiş hesap herkes gerçeğin aynasına.Kurtuluş yokmuş, kimse geçemezmiş esas yüzünü belli etmeden ; ama biz görmüştük dökülen sırların arasından gizlice süzülen.Gururumuza yediremedik,söyleyemedik yalan.Son bir ümitle haykırdık bir kenardan:”Kalsın bir sır olarak söylediklerimiz,örtülsün ağır bir örtü ile şikayetlerimiz.”
Denmemeliydi bu sözde,yoktu ayırım,yoktu kayırım böylesi bir sınavda.Naçar ilettik deyişlerimizi:
“Biziz anası kötülüklerin,biziz yaratıcısı çirkinliklerin.Karşıyız her iyiye,taraftarız her kötüye;sevemeyiz kimseyi,kirletiriz her yeri.Yoktur hakkımız yaşamaya;ama yine de sığınırız güçlü gölgelere.”
Tevazu gösterip de çok azını söylemişiz meğer.Bize layıkmış neler neler!Bulunmuştu asıl suçlu gerçeğin aynası sayesinde,gülüyordu aynanın köşesinden bir kırpıntı,bize diyordu:
“Terk et çabuk bu dünyayı,kirletme pisliğinle burayı!...”
Gidişin sonunu aramak kimin aklına gelirdi ki...
Gerçeğin Aynası
“Biziz anası kötülüklerin,biziz yaratıcısı çirkinliklerin.Karşıyız her iyiye,taraftarız her kötüye;sevemeyiz kimseyi,kirletiriz her yeri.Yoktur hakkımız yaşamaya;ama yine de sığınırız güçlü gölgelere.”