kasabalı hüzünler yaşıyorum
seslerin,
sanrılı
sancıları taşırken söylencemi…
yağmurun huzursuz ritmini dinlerken saat gecenin üçü
ansızın düştün dilimin kuytusuna…
saat gecenin üçü…
renksiz soruların anlamsız vakti
-cevapları hep geç gelen-
anılar saçıldı orta yere saygısızca
aydınlık insanların ölümüne dair…
saat gecenin üçü…
anason kokulu mısralar geliyor aklıma
sana
ve onlara dair.
beyaz mı,
kalemi
-sorgusuz-
sırtına yüklediğim kağıt,
yaşanılanın onca griliğine inat?
saat gecenin üçü…
sabaha daha çok var…
edilecek çok laf var daha…
incitecek bakışlara,
yalan dokunmalara,
ritüel sevişmelere bile sıra gelmemişken
elbet daha çok var sabaha…
daha çok var sabaha…
gecenin hüznüne yetmedi sesim…
düşümün kırıldığı yerde sen başladın.
daha söylenmedi söyleneceklerimin tümü.
yaşanmamışken eksik kalanlarım var…
saat gecenin üçü…
yalnızlığımın miladını sorsalar bilmem!
benim olmayan uykularımda,
ben’li düşler görürüm
senin olmadığın
kimliksiz kentin sokaklarında,
bir kimlik gibi gezdiririm suretini…
saat gecenin üçü…
hesaplaşmamışken gecenin karanlık yanıyla,
daha çok var sabaha…
takvimsiz bir anlatı bu karaladığım.
sabah kaçkını gözlerimin,
dilime bağışladığı sözcükler bütünü.
takvimsiz bir anlatı diyorum bu karaladığım
artık sabah olmuşken
sonunu kendine saklayan…