Düzyazının Yetmezliği, Şiirin Dilsizliği!
Biliyorum, ‘çok söz hamal yüküdür, demişti, Y.Emre.
Kısa keseceğim.
Zaten enbaşından, herşey de, konuşulmuş-yaşanmış değil midir?
Yaşanmamışlıklardan ardakalanların son çırpınışları ise, Yazı!
Kısa!.. Çok kısa!..
Artık kendimden de korkuyorum;
bütün başıma gelenlerin faili kendimden.
İlk korkması gerekenin yine kendisi olduğu bilgisi
çok geç geliyor insana: Bir yaş dönemi geliyor;
biriktirdiğin öznel akıllardan yeni akıllar süzüp çıkartıyorsun!
Ama, iş işten geçmiş oluyor!
Yanlış’ı silip doğru’yu yazmak olanağı yitip gitmiştir.
Yaşam birtek sayfadır ve asla silinemezdir mürekkebi.
Ağaçlar ayakta ölürler, kediler saklanarak gözlerden ırak.
Ama insan saklayamaz ölümünü, çünkü kendi önündedir.
İlle de hasta yatman gerekmez ölmen için, şıppadak da ölebilirsin!
Anlarımdan bin an’dı
ve ben, şıppadak öldüm!
Yüzümdeki maskem düştü şıppadak.
Şıppadak çırılçıplağım!
Yüzümde, yaşarkenki hiç olmadığı denli bir huzur
sırıtıyor olsa da; gözlerim-dilim açık kalmışlar:
Yazacak daha çok şey vardı, dercesine!
Ölü bir yüze ‘huzur’ bile yakışmıyor vesselam.
O’nun uzaklarında, meraklana meraklana kalakalmak!
Kalakaldım şıppadak!
İyi ama, O kim?
O kim sahiden?
Bir yok-insan mı O?
Henüz yaratmaya gücüm yetmedik bir yok-insan mı!?
İmgeden-idealden öte bir gerçekliği olmayan!
O’na ulaşabilsem, mutluluğa-huzura mı kavuşacağım?
Ama nasıl da yanyana duruyorlar ikisi:
Ölümüm ve O!..
Bugünlerde, Düzyazının Yetmezliği, Şiirin Dilsizliği!’nde düpedüz kekeliyorum.
Olan oldu; okunmaya değecek birşeyler yazamam artık.
Bir-veda-yazısı-bile.
Nurol Banabak Rize